top of page

Ara kapının iç tarafından hatıralar ...

Yazarın fotoğrafı: hümahüma

Güncelleme tarihi: 1 Eki 2020

Muaz ibn-i Cebel RA ın efendimizden sav rivayet ettiği hadisi şerife göre

Peygamberlerin zikredilmesi, anılması, hatıralarının dile getirilmesi, anlatılması ibadettir. Sàlih kimselerin anılması, hatıralarının yad edilmesi, ihyâ edilmesi, tanıtılması, anlatılması; bu da günahlara keffarettir. Yâni ananların günahlarının affedilmesine vesîle olur."

Yad günleri de bizlerin affına vesile olur inş.



Dedem fotoğrafının çekilmesinden hoşlanmaz hatta kızardı çekenlere. Şimdi elden ele gezen fotoğrafların bir çoğu muhtemel ki haberi olmadan çekilmiş itiraz edemediği fotoğraflar.

Fotoğrafları beden yapısı hakkında bir fikir veriyor onu merak edenlere. Uzun boylu,uzun sakallı,gür kaşlı,güleç yüzlü,derin bakışlı,heybetli ve çok güzel bir insan.

Lakin, ben fotoğraflarda gülüşündeki güzelliği,inci gibi dişlerini, içinde kaybolacakmış gibi hissettiren derin bakan gözlerini, yaydığı sevgi dolu sıcak enerjisini göremiyorum.

Bu sebeple fırsat buldukça yazıyorum.İstiyorum ki kelimelerimle çizdiğim tablolar anlatsın,kelimeler yüklensin fotoğrafların anlatamadığını. Gözlerinde canlansın okuyanın. Özellikle aile içindeki muhabbeti,sinerjiyi hissetsinler. Çocuklar,torunlar ve inş ilerki nesiller.

Buraya da yazdıklarımdan kısa,kısa bölümler aldım.

Dedemin evinde misafir kabul ettiğimiz, bir duvarı boydan boya kitaplarla kaplı,minder döşeli büyük oda diye isimlendirdiğimiz oda, evin ailenin yaşadığı bölümünden ara kapı ile ayrılırdı. Çocukluğumdan kalan seslerden biridir -ara kapıyı kapatın cümlesi.

Benim yazdıklarım ara kapının aileye ait iç tarafından,dolayısı ile içerden bakış içeriyor.

Dedemin beş torunundan üçüncüsüyüm ben. Diğer torunlarından farklı olarak defaetle,uzun süreler kaldım dedemlerle birlikte. İlkokulun bir kısmını,ortaokul son sınıfı onlarla birlikte okudum. Odalarında uyudum onlarla birlikte aylarca. Bu sebeple kendime özgü hatıralarla dolu hafızam.

Evin dış kapısına doğru gelen yola bakan odasında iki pencere ve pencerelerin önünde bir sedir vardı. Üzerinde lacivert,kırmızı zemin üzerinde renkli çiçekleri olan. Zaman içinde yıkanıp silinmekten çiçeklerin renkleri kırmızıdan biraz,lacivertten biraz alarak birbirinin rengine boyanmış,ağırlıklı eflatun tonlarında olmuş bir halı olan bir sedir.

O sedirin pencere önündeki sol köşesinde dedem otururdu. Koyu kırmızı bir minder üzerinde. Önünde rahlesi,rahlenin altında kamış kalemlerinin ve saat tamirinde kullandığı malzemelerin olduğu ahşap bir kutu.

Bir dizini kendine doğru çekerek oturur ,ya okur ya da elindeki defterin beyaz sayfalarına Osmanlıca ve bazen Arapça olarak kitaplarını yazardı.

Pencere dışından eve doğru gelenlere gözlüğünün üzerinden şöyle bir bakar eğer aileden biri ise gelen oturduğu yerin alınlığına zaptedilmiş otomatik düzeneğe basar ağır demir kapı kendine özgü bir ses ile açılırdı.

Gece olup herkes evine çekildiğinde dedem,anneannem ve ben o odada bir arada otururduk. Çok huzurlu saatler kalmış aklımda. Ben ezberimi çalışırdım. Anneannem sedirin sağ tarafındaki antika dolap ve sedirin arasındaki oluşan yuva gibi boşluğa koyduğu yer minderine oturur ,ya elinde onarılacak bir el işi ile meşgul olurdu ya da pirinç vb bakliyat ayıklar arada da beni dinlerdi. Orasını uzatma,harfleri eyip bükme diye düzelterek.

Kapıdan girince sağdaki duvara yaslanmış olarak duran,iki kapaklı dolap koyu kahverengi bazı yerlerinde tahtakurdu delikleri olan,üzerinde kabartma sütunlar,yarım daireler bulunan bir dolaptı. Çocukluğumuzun hazine sandığı adeta. Misafirlere şeker,çikolata,lokum,badem şekeri vb ikram ettiğimiz şekerlikler, gülsuyunu sprey olarak sunduğumuz sarı pirinç gülabdanlık,sedef kakmalı muhafaza içinde duran yine sedef kaplı bir Kuran-ı Kerim gibi nadide ve çocuk gönlünü çelen ne varsa o dolap içindeydi.

Dolabın yan tarafında anneannemin yer minderinin üzerinde dedemin itina ile hep aynı zamanda kurmaya dikkat ettiği sallanan sarkaçlı bir duvar saati vardı. Şimdi çalışmıyor ama bende çamlıcadaki evde duruyor.

O saati dedemin vefat ettiği saat olan 11.50 de durdurmuş biri. Öylece de duruyor.

Dedem saatlere ,saat tamir etmeye meraklıydı.Evin içinde onlarca çeşit saat vardı. Sarkaçlı, saat başı üst kısmından açılan kapaktan,saat kaç ise o kadar guguk diye öterek bir görünüp kaybolan küçük bir kuşun olduğu guguklu, cam bir fanus içinde alt kısmındaki dönen altın renkli topları büyülenmiş gibi izlediğim toplu, tavukların yerden yem topladığı ve tepesinde iki büyük çanın olduğu gürültücü çalar saatler, kol saatleri ve özellikle kendisini kullandığı köstekli çep saatleri. Bunların bir kısmı dedemin aksatmadan kocaman anahtarları ile kurduğu kurmalı saatlerdi.

Saatler konu olunca , bir hırsız hikayesi var anlatmak istediğim.

Biz Ankaradaydık.

Dedemlerin o zaman oturdukları ev bahçe ile bir hizada. Salon kapıdan girince sağda. Sol tarafta dört beş basamakla çıkılan bölmede iki oda,banyo,tuvalet ve mutfak var. Yukarı çıkılan merdivenlerin yanından da aşağı bodruma inilir. Bodrumda sahanlıktan sonra iki oda var.

L salonun kısa kısmı da perde ile ayırıp, karyola vb eşyayı oraya koyarak yatak odası olarak kullanılıyordu.

Bahçe ile bir zeminde bulunan bu salonu emniyetsiz bularak pencerelere demir yapalım demişler. Dedem sessiz kalmış.

Sükut ikrardan diye düşünerek pencereler demir parmaklıklar ile sağlama alınmış.

Ancak pencerelerin demirlendiği ilk gün eve hırsız girmiş. Özellikle antika saatleri toplamış. Fötr şapka varmış başında onun içine koymuş. Evden bir iki sokak uzakta horhor caddesinde devriye gezen polislerle karşılaşmış. Elleri cebinde ıslık çalarak kayıtsız bir eda ile yürüyüp geçerken, eski bir sabıkalı olduğu için polis memuru şaka yollu şöyle bir dokunmuş şapkasına.

-Sen beyefendi mi oldun diyerek.

Şapkanın içinden saatler yere saçılmış. Yapılan soruşturmanın nihayetinde saatler eve geri gelmiş.

Çocukken incinirdi gönlüm,ne zaman dedemle alakalı birşey söyleyecek olsam atılıp o bizim de dedemiz diyen arkadaşlarımdan. Herkesin dedesi kendine de niçin benim dedeme başkaları da dede diyor diye düşünürdüm. Büyüdükçe öğrendim güneş gibi çok gönül aydınlattığını,aydınlattığı gönüllerdeki muhabbetin ayarının bazen kaçtığını,hoş görmek gerektiğini.

Bence çok önemli bir özellik olan birlikte yaşadığı herkese özel hissettirmek ve onları ilgi ve sevgiye doyurmak dedemde ve babamda fazlası ile mevcuttu.

Çocukların,torunların hoşlanmadığı işlerini onları incitmeden zerafetle çözerlerdi. Anlayış,sevgi ve şefkat dolu yaklaşımlarla.

Annem çocukluğunu anlatırken, Bursa’da evlerine yakın büyük bir meydandan sözeder. Pınarbaşı.Bu meydanda bayramlarda kurulan panayırları,oradan alıp geldiği mumdan yapılmış bebekleri anlatır. Dedem pek hoşlanmazmış bu mum bebeklerden. Küçük kızını da incitmek istemezmiş.

Bakmak için eline aldığı bebekler,acemice tutunca kırılıverirmiş elinde.

Şakayı,aile halkına tatlı tatlı takılmayı severdi. Çoğu zaman yanımdan geçerken gülerek,işaret ve orta parmaklarını birbirinin yanından kaydırarak tık diye çenemin altına vururdu. Dilinde tekerlemesi.

-mandal tık dedi diye.

Gülerken hatırlıyorum genellikle. Lakin, ağladığı ve çok kızdığı zamanları da gördüm.

Bizim İstanbul’dan Ankara’ya dönüşlerimizde bizi uğurlarken ağlardı mesela.

Onu sevenler için sohbetini dinleyecekleri cuma hutbesi,pazar sohbeti nasıl özelse,vakit ayırıp,yollara düşüp camiyi dolduruyorlarsa,bizler için de cuma ve pazar ikindiden sonrası hazırlık gerektiren özel zamanlardı.

Sohbet günleri,kıvıl kıvıl evin içi insan dolu. Cami,bahçe etraftaki yollar. Evin içine de hoparlör ile verirlerdi sesi. Evden dinlerdik evde olan misafirler ile birlikte. Celalli olurdu sesi biraz evdekinin aksine. Dinlediğini kolay unutamazdı insan.

Halk telaffuzu kullanırdı sohbetlerde çoğu zaman. Lakin gönül gözü ile bakıp,gönül dili ile konuştuğu da vakidir. Sesler ve sözler olmadan.

“Sessiz sözsüz muhabbet ettiği dostları ziyarete gelmiş. Diyordu ki babam “Sessizce geldiler. Karşılıklı oturdular.Hiç bir kelam geçmedi aralarında. Öyle oturdular,sustular ve kalkıp gittiler.”

Hiç ihtiyaçları yokmuş anlaşılan aracı kelimelere.

Dedem Lata dediğimiz siyah cübbe ve entari ile birlikte siyah şalvar kullanırdı. Yerine göre renkleri değişse de siyah sık kullandığı renkti. Bayramları ve Cuma’ları beyaz renkli olurdu kıyafeti. Gören döner bir daha bakardı.

İstisnai durumlar dışında mest ve lastik giyerdi dışarda. Sarık veya yün takke olurdu başında.

Kullandığı şalvarlar ön ve arka taraflarından düğmeliydi. Bunu ilk farkettiğimde dedecim şalvarınızı ters giymişsiniz galiba dedim. Gülerek yok dedi. Bunu bilerek öyle yapıyorlar. Arkalı önlü kullanılabilsin,tek taraflı eskimesin diye düşünerek.

Yormadan ayağına giydirebilmek için anneannemin geliştirdiği ,özel bir şekilde katlanmış çoraplarını,mestlerini giydirmeye,havlusunu tutmaya,latasını,sarığını giyinmesi için getirmeye yarışırdık.Ayakları çok ağrırdı son zamanlarda ayaklarını ovup masaj yapar bir nebze olsun ağrılarını hafifletmeye çalışırdık. Elinden tutup parklara gidemedik ama arkasına düşüp şehirler dolaştık yurt içinde, yurt dışında.

Namaz saatlerine göre ayarlanmış aile içi hayatımızda bir rutindi sofralarımızı hazırlayıp camiden gelişini pencerede beklemek. Arkasında en az bir kaç bazen onlarca kişi ile gelirdi camiden çoğu zaman. Zaten hazırlıklı olunurdu ama bir koşturmaca olurdu evin içinde sofraya ileve gerektiğinde.

Genellikle misafiri hiç eksik olmazdı evimizin,arada kendi kendimize olduğumuz zamanlarda hizmette yardımcı olanlar ile birlikte çiçek gibi etrafına dizildiğimiz yer sofralarımızda yan yana otururlardı ananemle. Tatlı tatlı takılırdı ona. O muhabbetten herbirimizin yüzüne bir gülücük düşerdi içimizi ısıtan. Dedemin dizi dibine oturup dizine yaslanmak da yarışma vesilesiydi. Evin en ufağı olduğundan genellikle kız kardeşin kazandığı.

Cuma’lar ,özel günler harçlık günlerimizdi. Anne ve babalar dahil elini öpen nasibini alırdı. Utanırdık büyüdükçe. Severdik de bir yandan. Kıymetli olurdu o bir kaç kuruş.

Sadece aile fertleri değil mahallenin temizliğinde görev alanlar,postacı, cami vakfının yurdunda kalan gençler de ara ara hisselenirdi o birkaç kuruş bereket parasından.

Dedem benim kızımı gördü,oğlumun haberini aldı. Torun çocuğu. Pek kıymetliydi. Kızımı dizlerinde oturtur, yemek yedirir sakalları ile oynamasına müsaade ederdi. Kızıma yumurta dokunuyordu o zamanlar. Yumurta yediğinde içi sıvı dolu minik kabarcıklar çıkıyordu vücudunda. Kahvaltıda kendi alakok pişmiş yumurtasının birazını yedi. Bana uzattı yedir Ârife’ye diye.

-Çok dokunuyor dedecim dedim.

-Yedir yedir diye ısrar etti.

Yediği o yumurtadan sonra Ârife’ye bir daha yumurta dokunmadı. Şimdi konunun uzmanları aile bağışıklığı vb açıklamalar yapar bu duruma. Ben müminin artığı mümine şifa diye inanırım.

Şimdilik bir konuya daha kısaca değinip bitireyim.

Geçenlerde bir post kart gördüm sosyal medyada dolaşan. Diyor ki orada “Zahit efendi, Cemâl; Es’ad efendi, Celâl; Hocaefendi’miz de Cemâl meşreblidir”

Ben diyorum ki Celal ve Cemal tecellileri insan-ı kamil olan hocalarımızda iç içedir. Onlarda tecelli eden Rabbimizin Kemal sıfatıdır. Kâmil insanda,Celâl meşrebi de Cemâl meşrebi de yerine göre tezahür eder.

Sohbetleri,ihvanı ile paylaştıkları vesilesi ile hissedar olanların hisselerine ne düştü ise kalemlerine de o dökülüyor nihayetinde.

Vefatının üzerinden 40 sene sonra hala sohbetleri gönüller aydınlatmaya devam ediyor.Elhamdulillah.

Güzel geçimin sırrını ihtiva eden,tavsiyesi ile son noktayı koyayım.

“Ummazsan küsmezsin.

Küsmezsen kızmazsın.

Kızmazsan bu alemde geçinemeyecek ne var.”

1.929 görüntüleme2 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Ey Peygamber( Sav)nin ayı!

Ne zamandı hasretti bu şehrin insanları. Bilenler de teyit edince,gözler gökyüzünde  bir bekleyiş başladı. İrili ufaklı minik taneler...

Ali bey…

2 Comments


esmaulu
Sep 18, 2020

Allah razı olsun ablacım, kaleminizden,yitiğinizden dökülen bu bilgiler o kadar kıymetli ki,cuma hediyesi oldu bizlere,siz bizi sevindirdiniz rabbim de sizi sevindirsin,muhabbetle🌹🌹

Like

zeyrek3
Sep 17, 2020

Sa Hümeyra Ablacım, yazıyı bitirdiğimde acaba nefes almadan mı okudum diye düşündüm bir an.


Çok çok değişik geldi, ürperti, hayranlık, sevinç... pek çok duygu yelpazesi içinde bir satırdan diğerine geçtim. Sanki bir damla oldum aktım o günlere satırlarınızın arasından gecenin sessizliğinde.


Daha Esad Hocamıza bağlanmadan, hep kabrinin başına gidince ben Sizi göremedim diye ağlar dururdum. O sebeple hep arkamdan ittiğini düşünürüm Hocamıza bağlanmam için. Çocukluk işte hep yanımızdalar halbuki. Çok uzaklara gittim yazınızla.


Her bir satır, her bir harfiniz İçin Allah razı olsun. Tekrar tekrar yüreğinize sağlık❤️Canım Hümeyra Ablam.


Like

© 2023 by NOMAD ON THE ROAD.

  • Instagram Black Round
  • Pinterest - Black Circle
bottom of page