Hassas oldu mu insan boğazından geçmez çekirdekler. Küçücük nar çekirdeği bile olsa ayıklamak ister.
Şakir’in iyi bir gözlemci olduğunun kanıtı çekirdekleri bir tarafa ayrılmış nar taneleri.
Geçtiğimiz senelerde benimle birlikte anneme ilaç sarmışlığı da vardı kendince.
İzlemek, dinlemek ve taklit etmek bir özellik. Şakir başarılı bu konuda.
Şakir’in yediği narın fidanını bir umre ziyaretinde Taif’ten getirdik.Taif,yerli halktan ekabir olanların yazlık olarak gitmeyi tercih ettiği bir belde. Üzümü ve narı özellikle meşhur. Hatta dünyanın en lezzetli üzümlerinin orada yetiştiğini iddia ediyorlar.
Yolu sarptır. Zor çıkılırdı eskiden. Yolda sıkça su kaynatmış araçları görmek mümkündü. Şimdilerde geniş ve ışıklı bir otoban ile rahatça çıkılıyor.
Bu küçük çekirdekli narı her gördüğümde bağlık bahçelik Taif geliyor aklıma. Taif bağından ,bahçesinden ziyade o sarp yollar Taif’e yaklaştığında sıkça görünen siyah ,keskin kenarlı,türlü şekilli kayaları ile kazınmış zihnime.
Ve gözümde canlanır bu keskin kayalı beldeye tebliğ için giden,atılan taşlardan kanlar içinde kalmış Peygamberimiz ve Zeyd bin Haris ra.
Narın tadına o zihnimde canlanan o görüntülerin acısı,peygamberimizin mahzun,üzgün gönlü, Zeyd ra’ın sevdiğini koruma telaşı karışır.
Yutkunamam.
Bu sebeple de olanca güzelliğine rağmen sevmem Taif’i.
Taif yolculuğunu bilirsiniz Peygamberimiz efendimizin. Kaygı ve üzüntü dolu yolculuğu. Bir rivayete göre on gün bir rivayete göre bir ay kaldığı horlanıp, ezilip,üzüldüğü günler.
Uhud’dan daha çetin olarak andığı günler. -1-
Bir sözü ile dağlar çarpışıp yer gök birbirine karışabilecekken,
-Hayır! diyor. -Ben onların helak olmalarını istemem. Bilakis, Allah’ın, onların nesillerinden, yalnız Allah’a ibadet edecek, O’na hiçbir şeyi şerik koşmayacak kimseler çıkarmasını dilerim.
Bütün üzüntüsüne rağmen peygamber efendimizin duası cuma tebriğime vesile olsun.
Çok şükür ümmeti olma lütfuna erdiğimiz için.
“İlâhî! Güç ve kuvvetimin zayıflığıyla, çare ve imkânlarımın kısıtlılığıyla, insanların gözünde ifade ettiğim kişiliğimin önemsizliğiyle San’a sığınıyorum.
Ey Merhametlilerin En Merhametlisi! Sen sıkıntıya ve zulme uğrayanların Rabbisin. Sen benim Rabbimsin. Beni kimlere emanet ediyorsun? Bana sert ve kaba davranan bir yabancıya mı? Yoksa davamda bana üstün kılacağın bir düşmana mı?
Sen’in katından bana bir gazap ve öfke olmadığı sürece, ben bu başıma gelenlere hiç aldırmayıp katlanırım. Ama Sen’in katından gelecek bir himaye her zaman çok daha hoştur.
İnecek gazabına ya da benim başıma gelebilecek öfkene karşı karanlıkları aydınlatan, dünya ve ahiretteki işleri düzene sokan Sen’in Nur’una sığınıp himaye talep ederim. Sen hoşnut oluncaya dek (benim tarafımdan) yapılacak tevbelere layıksın. Kuvvet ve kudret ancak Sen’dedir”.-2-
1-) Hz. Âişe (r.anha), bir gün, Peygamber Efendimiz’e (a.s.): “Ey Allah’ın Resûlü! Senin başına, Uhud gününden daha çetin bir gün geldi mi?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz (a.s.): “Senin kavminden neler çektim neler! Hele onların yüzünden Akabe günü çektiğim ise, çektiklerimin en çetini idi: (Taif’e gidip) kendimi Abdi Yalil’lere arz ve bana yardımcı olmalarını niyaz ettiğim zaman, isteğimi kabul etmemiş, reddetmişlerdi. Ben de üzgün bir halde Mekke’ye yönelip, yüzümün doğrusuna gittim durdum. Ancak Karnu’s-Seâlib’de kendime gelebildim. Başımı kaldırıp baktığım zaman, bir bulutun beni gölgelemekte olduğunu gördüm. Tekrar baktığımda, bir de ne göreyim? Bulutun içinde Cebrail var! Hemen bana seslendi: ‘Şüphe yok ki, Allah, kavminin sana söylediklerini ve sana verdikleri red cevaplarını işitti de, onlar hakkında dilediğini kendisine emredesin diye sana Dağlar Meleğini gönderdi! dedi. Dağlar Meleği bana seslendi ve selam verdi. Sonra da: ‘Ey Muhammed! Şüphe yok ki, Allah, kavminin sana söylediklerini işitti. Ben Dağlar Meleğiyim! Rabbin, dilediğini bana emredesin diye beni sana gönderdi. Şimdi, ne dilersen, dile! Eğer onların üzerlerine iki dağı (الأخْشَبَينِ: Mekke’yi kuşatan Ebû Kubeys ve Kuaykıan dağına bakan el-Ahmer dağlarınıkapamamı dilersen dile! (a)Hemen kapayıvereyim!) dedi.
Ben: ‘Hayır! Ben onların helak olmalarını istemem. Bilakis, Allah’ın, onların nesillerinden, yalnız Allah’a ibadet edecek, O’na hiçbir şeyi şerik koşmayacak kimseler çıkarmasını dilerim dedim” (بَلْ أَرْجُو أَنْ يُخْرِجَ اللَّهُ مِنْ أَصْلاَبِهِمْ مَنْيَعْبُدُ اللَّهَ وَحْدَهُ لاَ يُشْرِكُ بِهِ شَيْئًا) buyurmuştur.(b)
a) İbnü’l-Esîr, en-Nihâye fî Garîbi’l-Eser, “خشب” md.
b) Buhârî, “Bed’i’l-Halk”, 59/7. İkrime b. Abdillâh el-Medenî’nin rivâyetine göre ise Resûlullah (a.s.) şöyle buyurmuştur: (Tâif Seferi dönüşü) “Cibril bana gelip: Ey Muhammed! Rabbin sana selam söylüyor. Bu, dağlar(dan sorumlu) melektir. Onu gönderip senin emrin dışında hareket etmemesini emretti” dedi. Dağlardan sorumlu melek, ona (a.s.): “İstersen dağı onların üzerine kapatayım veya dilersen yerin dibine geçireyim” dedi. Resûlullah (a.s.): “Ey dağlar(dan sorumlu) melek! Aksine ben onlar için mühlet istiyorum. Belki onların neslinden “lâ ilâhe illallah” diyen kimseler çıkar” karşılığını verdi. “Dağlar(dan sorumlu) melek: “Sen, Rabbinin isimlendirdiği gibi raûf (şefkatli) ve rahimsin (merhametlisin)!” (et-Tevbe 9/17) dedi.
2-) İbn Hişâm, II,61-62; Zürkânî (1996 n.), II,63-65; Tecrîd Tercemesi, II,758-759.
Comments