top of page
  • Yazarın fotoğrafıhüma

Çıdır ovasının Hâr-ı Bülbül’ü.

Güncelleme tarihi: 13 Kas 2020


Şimdi uzaklarda kalan bir şehir vardır, camileri yıkılmış,

Minareleri yarım...

Bu Şehrin çilesini ben çekerim yıllardır, hasretini ben Duyarım

Vatan olmasına vatan Anadolu‘casına

Ama vatan haritamda yeri yok

Bir gün bir selam gitse Anadolu‘mdan

O şehirden sımsıcak bin selam gelir.

Yavuz Bülent Bâkiler’in bu güzel mısralarla anlattığı diyarlarda,Azerbaycan Karabağ’da Hâr-ı bülbül ya da Xarı Bülbül diye anılıp,bilinen üç farklı yöne yayılan üç yaprağının ikisi kanat, üçüncüsü ise gagalı kuş başı şeklinde bir çiçek var. Bir güzel çiçeğin üzerinde yavru bir bülbül konmuş gibi görünüşü.

Endemik bir orkide Hâr-ı bülbül. Bilimsel adı Kafkas Orkidesi (Ophrys caucasica). Nisan ayında çiçeklenmeye başlıyor. Kimine göre renginden dolayı ‘sarı bülbül’, en yaygın görüşe göre ise bülbüle benzeyen çiçeğinden dolayı ‘dikenli bülbül’ olarak anılıyor.

Aynı bizim Halfetinin Siyah Gül’ü gibi,Har-ı bülbülü de başka yerde yetiştirmek mümkün değil. Yad ellerde yaşayamıyor . Endemik bir bitki o. Sadece Karabağ'da Şuşa şehrinin hemen yakınında Çıdır Ovası'nda yetişiyor.

Bilinen hikayesi Hâr-ı Bülbül’ün,bir Hân kızına ait.

Azerbaycan’ın hanlık dönemlerinde 1780 yıllarında,en görkemli zamanlarını yaşayan Karabağ’ın kudretli hanı İbrahim Halil Hanın kızı. Güzelliği dillere destan,gül yüzlü,güzel huylu,rikkatli,şaire bir hanım kız Ağabegüm.

Ağabegüm ,Tahran sarayına,Fetâli Şah’a gelin gitmiş. Ama gurbet hissettiği,yeryüzü cenneti bir saray olsa ne fayda. Karabağ’ın hasreti gönlünü gün be gün yakmış kavurmuş Ağabegüm’ün. O yangından mısralar düşmüş satır satır kağıtlara.


Men âşıgem Garabağ,Gara salxım Garabağ,

Tehran cennete dönse,Yaddan çıkmaz Garabağ


Kaynayan fitne kazanları kabarmış taşmış. Fokutuları,tısırtıları şahın kulağına kadar ulaşmış. Buraları sevemedi,aklı fikri Karabağ’da demişler.

Şah çağırmış Ağabegüm’ü Tahran cennet olsa,ben Karabağ’ı unutmam diyormuşsun diye sormuş. Ağabegüm boşa koymuş olmamış,doluya koymuş almamış. Demiş ki şaha, size yanlış aktarmışlar.


Men âşıgem Garabağ / Şeki,Şirvan Garabağ

Tehran cennete dönse / Yaddan çıxır Garabağ.


Söylediği şiirin mısralarını tevil ederek, ben aklımdan çıkar demiştim diye açıklamaya çalışmış.

Şah buna inanmış görünmüş ama Ağabegümün halini anlar çok da üzülürmüş.

Çeşitli yollar denemiş,hanımının yüzünü güldürmek için. Olmamış. Nihayetinde Ağabeğüm, gönlünün arzusunu dile getirmiş sultanına . Baba evinden getirdiği mücevherleri satarak bir bağ kurmakmış muradı. Ona Karabağ’ı anlatacak,Karabağ’ı yaşatacak bir bağ istermiş için için.

Koskoca bir ülkenin sultanı, saraylarda yaşıyor,hazineler var elinin altında.

Ne diye satmak ister ki baba evinden getirdiklerini. ?

Hem sultanın itibarı yer ile yeksan olmaz mı böyle bir durumda. ?

Sultan sormuş,Ağabegüm cevaplamış.

Baba evini hatırlatıyorlar. Onları satayım. Benim istediğim çiçeklerin boy verdiği,içinde ikamet edeceğim bir bağ kurayım.

Düşünmüşler,taşınmışlar.

Sonuçta memleketin dört bir yanından bağbanlar,bahçıvanlar toplanmışlar.Karabağ’dan toprak, Gence,Şuşa,Şeki,Şirvan’dan envai çeşit çiçek taşıyıp muhteşem bir bağ yapmışlar Ağabegüm için.

Ağabegüm “Vatan Bağı “ demiş adına bu benzersiz bahçenin. Çiçekler arasında dolaşır, ayrı ayrı seyredermiş her birini..Gönlündeki vatan hasretini böylece gidermeye çalışırmış. Yok yokmuş bahçede. Hasret duyduğu ne varsa hepsi vatan bağında varmış. Ama bir çiçeği eksikmiş Karabağ’ın Hâr-ı bülbülünü ne yapsalar yetiştirememişler orada. Bülbüller ötmüyormuş,hep mahzunmuş bu nedenle Ağabegüm’ün Vatan Bağında.

Bülbülün hasreti şaire sultanın satırlarında dile gelmiş.


Vatan bağı al elvandı

Yox içinde xar-ı bülbül

Buda böyle bir devrandı

Sesin gelsin bari bülbül


Asil duruşlu, dillere destan, nazlı ve hassas olan bu güzellik,bu nadide çiçek,Karabağ ile özdeşleşmiş, vatan hasreti çekenlerin dilinde şiir olmuş, söylenmiş,yazılmış,dilden dile destan olmuş. İşgalci düşman ellerde tutsak topraklar,bir çiçeğin narin yapraklarını tercüman kılmış ki anlatsın tutsaklığın acısını,esaretin sızısını. Tıpkı Şeki’li büyük şair Bahtiyar Vahapzade’nin mısraları gibi.


Açma hâr-ı bülbül,açma, sen bu yıl,

        Görürsün, bu bahar bizimçin değil.

        Ahı, Ahmetlerin, Muhammetlerin

        Kanıyla sulanmış çiçekler bu yıl.

        Öttü günlerimiz ahlı, amanlı

        Senin hikmetini o elikanlı

        Çöllerin gedası anlaya bilmez.


Üç taç yaprağı var demiştik ya Har-ı Bülbül çiçeğinin dördüncü taç yaprağını,sevdiği çiçeğe nağmeler düzen Bülbülü kıskanan ateş böceği kopartıp,yemiş.

Ateş böceğinin temsil ettiği acımasız zalim düşman hâr-ı bülbülü yolmuş,hırpalamış,inletmiş. Esirmiş ama kök salmış Karabağ’ın topraklarına. Onca zulüme karşı sabırla beklemiş her bahar çiçeklenerek.

Çok şükür şimdi minarelerinden yükselen ezan sesi,uzun zaman aradan sonra kılınan cuma namazı ile birlikte ,aşina oldukları dağlara tepelere ,gelenek ve göreneklere,uzun yeleli Karabağ atlarına, köklü,görmüş geçirmiş asil insanlarına,Karabağ şikestesine ve nihayet Hâr-ı Bülbül’üne de,kavuştu özlem yüklü sevdalıları.

Bu bahar kardelenler gibi, Karabağ’ın dağlarında,kafkasların tutsak çiçeği hâr-ı bülbül hasretlerine kavuşmuş olarak özgürlüğe açacak çiçeklerini inş

405 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

1 Comment


zeyrek3
Nov 11, 2020

Sa Ahh! Hümeyra Ablam sanki 30 yılın yürek acısını yüklenmiş bu satırlar, boşaltıveriyor yanık duygularını yüreklere harf harf.

Elhamdülillah! Rabbim sevincimizi baki, kalan diğer umut ve dualarımızı da yaşanır kılsın inş

Like
bottom of page