Yaşımı henüz tek sayılar ile söylediğim zamanlarda,şimdi olduğundan çok daha fazla kitap okurdum. Uyku zamanı gelip odamızın ışığı söndürüldüğünde eğer elimdeki kitap bitmemişse pencere kenarında dışardan vuran ışık altında bitirir ve kalbim mutmain,huzur içinde uykuya geçerdim.
O zamanlar okuduğum kitaplardan biriydi Alxandre
Dumas’ın 1850 Yıllarında yazdığı Siyah lale romanı.
Birkaç lale soğanı çerçevesinde,toplumları esir almış bir tutkuyu ,kıskançlık ve hırs duygularının pençesinde ziyan olmuş hayatları ,nihayetinde doğruluğun zaferini anlatıyordu.
Birkaç gün önce açılan,mimarının laleden esinlendiğini söylediği kule vesilesi ile lale düştü gönlüme. Siyah laleden çıktım yola,İskender Pala’nın Katre-i Matem’ine uğradım,ardından Beşir Ayvazoğlu’nun Güllerin Kitabı içinde, lale ilgili sayfalarda dolaştım. Kulağımda İstanbul şiirleri,lale türküleri .
1918 yılında Ermeniler Azerbaycan’ı işgal ederek,kıyıma giriştiklerinde,onlara yardıma giden Türk ordusu,Bakü’ye kadar ilerliyor ,sefer sırasında Gence veŞamaxı bölgesi işgalden kurtarılırken pek çok da şehit veriliyor. Şehit askerlerin başlarındaki kırmızı fesleri ile uzandıkları toprak,uzaktan bakana bir gelincik tarlası veya lale bahçesi gibi görünüyor.
Bu manzara Telman Haciyev’in kaleminden satırlara, ardından da bir hazin ağıt-türküye dönüşüyor.
Yazin evvelinde Gence çölünde
Cixiblar yene de dize laleler
Yagisdan islanan yarpaqlar
Seribler dereye duze laleler
Laleler laleler
Laleler laleler.
Lale ile ilgili ansiklopedik bilgiyi,lale devrini,lale devrinin şairi Nedim’i, dünya coğrafyasındaki seyrini, gittiği ülkelerde insanları nasıl çılgına çevirdiğini ,akıl almaz hallere yol açtığını biliriz. Bu bilgileri bir kenara koyup, bir başka cepheden bakalım laleye.
Bu cepheden bakınca lale bir çiçekten ötedir, onu bizden alıp,gurbeti mesken kılarak,hayatlarında yer verenlerin gördüğünden başkadır nazarımızda.
Aslında kadim bir çiçek lale. Geriye doğru izini sürenler MÖ 2.-3. Yüzyıllara kadar gidiyorlar.Ama nedense dünyanın doğusundaki dağlarda yaban kalmış olanca zerafetine rağmen . Yakın zamana kadar bakımlı güzel bahçelerde kendine yer bulamamış. Bulduğunda ise ilk başlarda pek itibar görmemiş Necâti Beğ’in aşağıdaki satırlarda,hayatına teşbih ederek ifade ettiğine göre.
Lâle-hadler yine gülşende neler etmediler
Servi yürütmediler goncayı söyletmediler
Taşradan geldi çemen sahnına bigâne deyü
Devr-i gül sohbetine lâleyi iletmediler
İnsan hayatına nispet edildiğinde , bu taşralı çiçeğin dünya serüveni nice insan hayatını temsil eder tek başına.
Özetle,üç kelime.Doğuş ,yükseliş ve tükeniş.
Derler ki,ya Ferhat’ın kanı ,ya gökten düşmüş ateş rengini vermiş lalenin parlak kırmızı yaprağına. Dibindeki dışından görünmeyen siyahlık da yanık izi her iki halde de.
Biri aşk diğeri ateş yanığı.
Dervişin fikri ne ise zikri de odur derler ya, kırmızı lale olunca baktığı, kimi Rabbinin birliğini, kudretini,güzelliğini temaşa ederek tefekkür edermiş , küp kısmını kubbeye,yan yapraklarını minareye benzetir de cami diye bakarmış,kimi renginde meyi,şeklinde kadehi görür,gördüğü düşermiş diline.
Bazıları, tek dalı ve tek çiçeği olmasını vahdaniyete sembol kılarken ,kimisi altı yaprağı altı yönü işaret eder dermiş,kimisi baktığında imanın altı esasını okurmuş.
Rotası rabbin rızası olanlar özellikle çok ilgilenmişler lale ile. Bir çiçeğin remzinde yol almışlar.Kanuni Sultan Süleyman devrinin büyük alimlerinden Şeyhülislam Ebüssuûd Efendi islah edilmiş laleyi ilk yetiştirmiş kişi olarak kaydedilmiş. Yetiştirdiği bu ilk lalenin ismi de “nûr-ı adn” (cennet nuru).
Elif ,çift lam ve he harfleri,Rabbimizin Allah isminin harfleri. Bu harflere Cevahir-i Huruf demiş erbabı. Hilal ve lale de aynı harflere sahip. Bu harflerin ebced değeri de 66. Bu sebep ile hilal ve lale Allah ismine sembol olarak sıkça kullanılagelmiş.
Mazhar-ı ism-i Celâl olmasa hakka lâle
Bulamazdı bu kadar rütbe-i vâlâ lâle?
Mısraları ile İzzet Ali Paşa ,lalenin dini gayreti çok olanlar tarafından gördüğü teveccühün sebebini güzel ifade etmiş.
Şuküfeciler cemiyetinin lale için koyduğu ölçülerin bazıları da baktığımız cepheye göre belirlenmiş ,mesela Cevahir-i hurufta yani lale isminin elif,lam ve he harfinde nokta olmadığı için benekli laleler makbul sayılmazmış.
Hakeza berklerinin çok uzun ve sivri olması,küp kısmının geniş olması da hoş görülmezmiş.
Kısaca lalenin pek çok çeşidi var zaman içinde melezlenerek elde edilmiş. Örnek olarak Lâle-i Rûmî de denilen Osmanlı Lâlesinin yaklaşık 2 bin tanesinin adları, özellikleri ve yetiştiricileri çiçek tezkirelerinde ve lâle mecmualarında kayıtlı bulunmakta.
Bütün laleler içinde neredeyse ünü bulunduğu Mimar Sinan’ın muhteşem Selimiye’sini geçmiş olan bir lale daha var müezzin mahfilinin kenarında, sütun üzerinde serçe büyüklüğünde kazılı bir ters lale.Ters lale ama ağlayan gelin değil. Baş aşağı duran bir lale.
Bu baş aşağı duran lale figürü hakkında çeşitli rivayetler var.
Bir tanesine göre ,Allahü Teâlâ’nın doksan dokuz ismine işaret olsun diye çiniler üzerine doksan dokuz çeşit lale motifi işlenmesini emreden Mimar Sinan, motiflerin yanlışlıkla doksan sekizde kaldığını işitince,
“Öyle kalsın, kalsın ki acizliğimiz, kulluğumuz ortaya çıksın. Acizliğimize işaret olarak da doksan dokuzuncu lale motifi müezzin mahfili direğine kazınsın ama ters olarak” diye istemiş ustalarından.
Âma bir sanatkâr işlemiş laleyi,seçe büyüklüğünde ve yönü aşağı bakar şekilde.
Kulca…
Lale’nin yıldızının parladığı o devirlerde,her sene yeni bir lale türü elde etmek için çabalayanlar,sır gibi sakladıkları yöntemlerini bulmak için senelerini verirlermiş. Renkli lâle elde edebilmek için iki farklı renkteki lâle soğanını ortadan ikiye kesip birleştirerek ekiyorlarmış. İlerleyen zamanlarda lâle soğanlarının çirkinleştikçe, çiçeğinin daha da güzelleştiği anlaşılmış.
Bir roman kurgusumudur, gerçekten uygulanmışmıdır konu hakkında bir bilgi bulamadım. Ama,İskender Pala,”katre-i matem” isimli lale temalı polisiye romanında bu satırlarda anlatır laleye Hafız Çelebi usulü renk vermeyi.
“Kimse bilmezdi ama Çelebi güz mevsimi geldiğinde, lale soğanlarını toprağa gömmeden evvel bu kaplumbağaları toplar, iki gece tahta kasalar içinde bekletir, bu sırada kasaların zeminine değişik renklerde toprak boya yığar, boyaların arasına nane ve fesleğen unu karıştırıp kaplumbağaların onunla beslenmesini sağlar, sonra onları boş kasalara alıp iki gün aç bırakır ve bu sefer de önlerine yiyecek olarak lale soğanlarını koyardı. Aç kaplumbağalar büyük bir iştahla lale soğanlarına saldırınca diş izlerini geçirdikleri dakikaya kadar hepsini izler, ardından onları ağızlarından çekip alır ve önlerine başka soğanlar koyar, kaplumbağa salyası bulaşan soğanları bu sefer besili koyunlardan aldığı kuyruk yağına yatırıp bir gece bekletir, ertesi gün toprağa gömerdi. Bu usulü bulasıya kadar tam otuz yıl denemeler yapmış ve nihayet istediği renkte lale elde etmeyi başarmıştı. Kaplumbağalara hangi renk toprak yedirirse ısırılan lale soğanı o renkte çiçek açıyordu. Bunun içindir ki Hafız Çelebi, bahçesindeki yeni soğanların ne renkte laleler vereceğini daha toprağa diktiği günden itibaren bilir, bunu herkese ilan eder, bütün bir kış insanları merakta bırakır, bahar gelince de laleler tam onun dediği renklerde büyürdü.”
Lale konu olduğunda,ters laleden bahsedilmezse olmaz.
Ters lale Anadolu coğrafyasına özgü endemik bir tür. Şekil ve sembol olarak bilinen laleden çok farklı. Bir metreye kadar boylanabilen tek bir dal üzerinde aşağı bakan çiçekleri ve çiçeklerin üzerinde taç gibi yaprakları var.
Seher vakti karnından damla damla su süzüldüğü için olsa gerek,ağlayan gelin demişler adına. Efsanelere göre görene hz Meryem’in gözyaşını,hz Hüseyin’i,Ferhat’ın kanını anlatır. Bu güzel çiçeğe hiç yakışmaz ama mitlerin hepsinde acı ve ölüm içiçedir.
Şimdilerde bir başka görülmedik lalesi daha var İstanbul’un. Birkaç gün önce açıldı Çamlıca’nın zirvesinde.
Çamlıcanın kristal lalesi dedim adına. Taş arasından parıldayan Quartz tabakaları gibi,İstanbul’u adeta kuşbakışı izleyen pencereleri.
Evimizin kapısı önünde başımı kaldırdığımda gördüğüm sisler arasında gerçekleşmeye çalışan bir hayaldi birkaç sene önce. Şimdi ışıldayan, rüya gibi bir gerçek.
Şiirler yazdırır Yahya Kemal,Necip Fazıl,Orhan Veli misali İstanbul’un yeni şairlerine.
Şubattan mayısa lale konuşulur,lale seyredilir İstanbul’da. Lale ismi Cevahir harflerden oluşur. Arapçası tersten okunduğunda hilaldir. Erbabı aks-i lale derler.
Bir aks-i lale yükselen Çamlıca’da ...
Hilal, yeni ay ,yeni başlangıç, umut,sevinç ve mutluluk demek.
İstanbul’un her yerinden umuda bakıyor güzel bakıp güzel gören.
Yaratan Rabbinin birliğini,azametini,cemalini, kulun aczini,nefsinin sınırsızlığını,dünyanın faniliğini iziyor.
Çamlıcanın kristal kulesi,dile gelmiş,lisan-ı hal ile ne çok şey anlatıyor.
Comments