hüma
Yağmur var istanbulda.

Yağmur var bugün.
Camda birbirine el verip süzülen damlalar. Kulağımda,
“Bu sabah yağmur var İstanbul'da “
diye nağmelenen şarkı,
Gözlerim dolu dolu oluyor bilinmez niye
Anne sözü dinler gibi masum
Ağladım bu sabah.”
Mısraları ile devam ediyor.
Ben ağlamadım sabahın erkeninde,damlalar cama çarparken. Lakin ince bir sızı var gönlümde, köz misali üzerini örtüp,kararttığım. Pür hüzünüm aslında. Elemden besleniyor duygularım bir zamandır.
Ondandır birbiri ardınca zihnime düşen mısralar.
Dışarda yağmur yağadursun Ve zaman, yavrum, zaman Da yağmur gibi oluklardan Ve ellerinden akadursun.
Cahit Sıtkı gibi bana da buğulu camdan süzülen damlalar ile birlikte yağmur, akıp giden dehri hatırlatıyor. Hüzün,endişe,korku,bazen buruk gülümsemeler ile gün geçti,mevsimler değişti. Kış geçti,hazan geçti. İlkbaharın habercisi bu yağmurlar.
Yaz kapıda
İnce sızıların kaynaklarından birine dokunan ,Yağmur’u özleyen Nurullah Genç şiirinin şu mısraları…
Kardeşler arasına heyhat, su-i zan düştü, Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü,
Ne çok sızlıyor,kanıyor o pare. Yağmur damlaları gibi süzülüyor kanlı damlalar dilime.
Bir vücut bulsalar kelimelerden,ateş olup yakacaklar zannediyorum dokundukları yeri.
Şu süzülen damlalardan birine yüklesem sızımı,savursam, Niyazi-i Mısri misali salsam ummana, Umman anlar mı beni?
Ey Niyâzî katremiz deryâya saldık biz bugün, Katre nice anlasın ummân olan anlar bizi.
Gönlümden kopup gelenleri yazmasın diye kalemi bırakıyorum elimden.
Yüzüme kocaman bir gülücük yerleştirerek , bulutları dört bir tarafa iteledikten sonra alacağım elime.
Pencere camından süzülen damlalar güneş ışığını yansıtıp elmaslar gibi parıldayarak ,renklerini salarken dört bir yana.
O damlalarda seyredeceğim alemi.
Öyle ya yağmur rahmettir. Melekler vasıtası ile minik hediyeler iner damlalarla yeryüzüne.
Damlaların yüklendiği hediyelerden payıma düşeni bekleyeceğim.
Şiirdeki gibi sesleneceğim Yağmur’a,
“Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım.”