“Duru bir görüş bahşetsen bana ya rab” Herşeyin yerli yerinde durduğunu,ağır ağır döndüğünü,sakin sakin aktığını görmeme yetecek bir bakış” diyor Nazan Bekiroğlu Mimoza sürgün’ünün Küçülsem biraz başlığı altında.
Herşey sakince mecrasında akıyor. Olması gereken olması gereken zamanda oluyor. Sabredemeyen, istediği ,talep ettiği zamanda olmayınca ya şımarık bir çocuk gibi ayaklarını yere vurarak tepinen, ya da endişeye kapılıp yürekleri boğazında atan bizleriz.
Biraz yavaşlasak, bu dijital enjektör zerk etmese dimağımıza zehrini güzel günlerin tadını çıkartacağız gereğini yaşayarak. Zira yaradılışımızda var güzeli bulup sevmek, sebeplere sarılarak yaşamak. Yeryüzünde insanların tutunduğu dalları bir bir kırarak,salgınlar çıkartarak,iradelere müdahale ederek, halklar üzerinde oyunlar kurarak onları kendilerince hizaya getirmeye çalışan zalimlere de elbet sıra gelir. Enfal süresi 30. Ayet bunu anlatır.
Burada meşhur “Bu da geçer” hikayesini de hatırlatmak isterim. -3-
Son bir kaç ayı kuraklık endişesi içinde geçirdi çoğumuz. Pırıl pırıl güneş,ılık esen rüzgâr,kuş sesleri yordu, güzel günler kıymetini bilemeden aktı geçti. Oysa ki,
“Allah kuluna kafi değil mi? Öyleyken onlar kalkmış seni O’ndan başkalarıyla korkutuyorlar. Allah kimi şaşırtırsa artık ona doğru yolu gösterecek yoktur.” -1-
Nitekim rabbimiz rahmetini yağdırdı, çocuklar sevindi , dibe vurmuş balıklar ferahladı. Gönüller rahatladı.
Lakin ülkemiz yarı kurak iklim kuşağında yer almakta. Bugüne kadar ara ara uzun veya kısa süreli kuraklıklar yaşana gelmiş. Bundan sonra da zaman zaman olması muhtemel. Gönüllere düşen rahatlığın rehavete dönüşmesi an meselesi.
Malum hafıza-i beşer nisyan ile malül.
Kuraklıkla mücadelede çeşitli yöntemler var kullanılan,kullanılması teklif edilen.
-Desalinasyon (yani deniz suyundan tatlı su elde etme),
-Atık suların yeniden değerlendirilmesi,
-Ormanlık ve yeşil alanların çoğaltılması ,
-Yağmur bombası diye adlandırılan Cloud seeding-bulut tohumlama yapılması,
-Tarım alanlarının damlama su ile sulanması bunlardan bir kaçı.
-Çok eski zamanlardan beri kullanılagelen, zaman içinde ihmal edilmiş, günümüzde modern yöntemlerle canlandırılmaya çalışılan sarnıçlarda yağmur suyunu toplama yöntemi var ki şimdilerde yağmur hasadı diyorlar adına.
Binaların çatılarına,teraslarına, bahçelerine,yer altına kurulacak sistemlerlerle yağmur sularını sarnıçlarda toplamak ve bu suyu, tarımsal alanda ve evsel ihtiyaçlar için kullanmak su kısıtlaması zamanlarında özel ve özgür su kullanma imkanı sunar. Şehirlere ve hanelere.
Ülkemizde yeraltı sarnıçlarının pek çoğu İstanbul’da. En ünlüsü Yerebatan sarnıcı. En eskisi ise Binbir direk sarnıcı. Yine eski binaların çoğunda tarihi sarnıçlara rastlamak mümkün.
Dünya genelinde ters şemsiye gibi duran çatılar yapmak gibi pek çok yeni proje denenmekte. Ülkemizde Yağmur hasadı, 2019 yılında bir proje kapsamında Büyük Menderes Havzası’nda Aydın’ın Haydarlı Köyü’nde kullanılmış.
Yedi ayda 134 ton, yani yaklaşık 7 bin damacanaya eş değer ya da dört kişilik bir ailenin yaklaşık altı aylık su ihtiyacanı karşılayacak miktarda yağmur suyu hasadı yapılmış. Ayrıca, İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ), bu kapsamda 2015'ten beri Ayazağa Yerleşkesinde yağmur hasadı konusunda örnek bir çalışma yürütüyor.
Üniversitenin belirli yerlerine kurulan yağmur suyu bahçelerinde biriken su zemine uygulanan geçirimli betondan süzülerek doğal yöntemlerle arıtılıp gölette toplanıyor. Toplanan yağmur suyu, çevre sulamasında ve kampüsün temizliğinde kullanılıyor.
Görünen o ki eski ve yeni binalarda yağmuru toplamaya yönelik sistemler kurarak yağmur hasadı yapmak gerekiyor.
-Sayılan tedbirlerin en önemlisi tüketicinin suyu doğru kullanması,israf etmemesi.
Bu konuda,senelerce evvel,2012 de ağır bir kuraklık yaşayan Avustralya’da su şirketleri tedavülde olan su şişelerinin üzerine Peygamber efendimizin (sav )bir hadisinin ilgili kısmını yazması örnek olarak gösterilebilir.
Pet şişeler üzerinde orijinal haliyle şu ibareler bulunuyor, "do not waste water even if you were at arunning stream. prophet Muhammad" -2-
Akmakta olan nehirden bile abdest alınsa israf etmemek esastır.
Vesselam.
1-)Zümer 36
2-)Hz. Peygamber (asm) Sa’d’e uğradı. Sa’d bu esnada abdest alıyordu. Resûlullah (asm), (onun suyu aşırı kullandığını görünce); "Bu israf nedir?" diye sordu. Sa’d de, "Abdestte de israf olur mu?" dediğinde Hz. Peygamber (asm) de “Evet, hatta akmakta olan bir nehirde abdest alsan bile...” şeklinde cevap verdi.
İbn Mace, Taharet, 48.
3-) Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar. Köylüler kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini tavsiye ederler.
Derviş yola koyulur,birkaç köylüye daha rastlar.Onların anlattıklarından Şakirin bölgenin en zengin kişilerinden biri olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında başka bir çiftlik sahibidir.
Derviş Şakir’in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer içer, dinlenir. Şakir de aileside hem misafirperver hem de gönlü geniş insanlardır…
Yola koyulma zamanı gelip Derviş, Şakir’e teşekkür ederken, “Böyle zengin olduğun için hep şükr et.”der. Şakir ise şöyle cevap verir: “Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen gerçeğin ta kendisi değildir. Bu da geçer…”
Derviş Şakir’in çiftliğinden ayrıldıktan sonra bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Bir kaç yıl sonra dervişin yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir’i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylüler ile sohbet ederken Şakir den söz eder. “Haa o Şakir’mi” der köylüler, “O iyice fakirledi, şimdi Haddad’ın yanında çalışıyor.”
Derviş hemen Haddad’ın çiftliğine gider, Şakir’i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felaketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakları da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad’ın yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad’ın hizmetkarıdır.
Şakir bu kez Derviş’i son derece mutevazi olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır… Derviş vedalaşırken Şakir’e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir’den şu cevabı alır: Üzülme… Unutma,bu da geçer…”
Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olup biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı içinde bütün varını yoğunu en sadık hizmetkarı ve eski dostu Şakir’e bırakmıştır. Şakir Haddad’ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığırı ile yine yörenin en zengin insanıdır.
Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: “Bu da geçer…”
Bir zaman sonra Derviş yine Şakir’i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir’in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: “Bu da geçer…”
Derviş, “ölümün nesi geçecek?” diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir’in mezarını ziyaret etmek için geri döner; ama ortada ne tepe vardır nede mezar. Büyük bir sel gelmiş,tepeyi önüne katmış, Şakir’den geriye bir iz dahi kalmamıştır…
O aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın… Hiç kimse Sultanı tatmin edecek böyle bir yüzük yapamaz. Sultanın adamları da bilge Derviş’i bulup yardım isterler. Derviş, Sultanın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük Sultan’a sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: “Bu da geçer” yazmaktadır
Comments