top of page
  • Yazarın fotoğrafıhüma

Vasfı kesmek olan hükümsüz kalır hilim karşısında.

Bugün 5 Şubat. Dün benim ailem için bir kırılma noktasını ifade eden tarihti. O tarihte ruhumuzda,hayatımızda açılan,kapanmayan büyük boşluklar karadelik gibi yuttu kelimeleri de. Konuşmayı,yazmayı imkansız kıldı. Büyük boşluğu dolduran sessizlik anlatıyor anlatılacakları,duyabilene.

Duamız,sevdiklerimizle cennette buluşmak.

Su gibi akıver demişti bir dostum. Pare pare olduğum o yol nihayetinde. Direnirsen daha çok canın yanar...

Ruhu insanın ancak çok incelerek yumuşadığı zaman kırılıp ,parçalanmadan incecik örtüp sarıverir etrafındaki pürüzleri ya da su gibi aktığı zaman yol bulur kendine.

İyice yoğurup yumuşatmak ,iplik iplik yeniden dokumak,kıvama getirmek için kaç kere pare pare olmak,kaç kere kum gibi ufalamak gerekiyor içinde “ama “diyerek baş kaldıranı.

Gıybet kalbin kötü hastalıklarından biri. Öyle sözler ediyor ki bir müslüman ,diğerine.

Kulaklar inanmakta güçlük çekiyor.

Günün hay huyu bitip,gecenin sessizliği çöktüğünde,başını kuma gömmediyse eğer,dil susar, bir ses yükselir insanın içinden. Hesap sorar bir yanı, öteki yanına. Kaçacak yer yoktur. Ardına saklanacak bir maske yoktur. Öyle savunmasız,çıplak kalakalır, kendi ile başbaşa.

Hesaplaşır herkes kendince. Kendi içindeki ile.

Kapkara gecede,kara taşın üzerindeki,kara karıncayı göreni,gönlünden geçeni bileni, bilir de yine de o hesaplaşmada yüzü ak çıkmaz çoğumuzun.

Hasbihale başlayınca insan kendi ile,içe dönünce bakışlar,genelde dilden şikayet başlar.

“Sözü süz de söyle, gönlü bulandırmasın. Sözü diz de söyle, kulağa inci diye takılsın. Sözü yüze söyle, gıybet olup utandırmasın.” Şems-i Tebrizi

Hal böyleyken gün ağarıp da susunca diğer yarısının sesi, yemeden içmeden kesilse de öteki yarı ve tercümanı,unutup geceki hesaplaşmayı devam eder, gıybetini ederek yerden yere vurmaya ötekini.

Çünkü kaskatıdır kendisinden başkasına karşı diline hükmeden kalbi. Bağrında tohum yeşertmiş taşlar yumuşak kalır yanında. Düşünmez,anlamaz,görmez. Hissetmez.

Günün hay huyu bitip,gecenin sessizliği çöktüğünde,gecenin sahibi var bu dil yarası almış,acıyan gönüllerin ahu zarını işiten.

Hani nasıl olacaktı müslüman?

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Müslüman elinden ve dilinden Müslümanların selamet buldukları kişidir. Mü’min ise insanların canları ve malları hususunda güvendikleri kişidir.” (Müslim, İman: 14; Buhârî, İman: 3)

Bir parça ipek gibi olduğunda,olabildiğince yumuşak,kılıç kesmez derler.

Malum kılıç keskin,sert ve soğuktur. İpek ise ince,esnek,yumuşak.

Vasfı kesmek olan hükümsüz kalır yumuşaklık karşısında.

Her insanda bulunan, kılıç gibi işlemekte mahir,kemiksiz et olan daha keskin,daha yaralayıcıdır. Yarası onmaz derler.

Mesnevide “Hz. Ali r.a, hilim (yumuşaklık) kılıcıyla bu kadar boğazı, bu kadar halkı kılıçtan kurtardı. Hilim kılıcı demir kılıçtan daha keskin, ordulardan daha üstündür.” Diye anlatılır.

Bu yaraya ancak “Hilim”merhem olur.



Hilim: Akıllı ve kültürlü olmakla kazanılan, beşerî münasebetlerde hoşgörülü, bağışlayıcı ve medenî davranışlar sergilemeyi sağlayan ahlâkî erdem.

88 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page