Bir küçük karga yavrusu girmiş yine havalandırma sisteminin içine. İki türdeşi terastan (anne ve babası mı.? Bilinmez.) o içerden çırpınıp duruyorlar. Gak gak diyerek kendi lisanları ile bir şeyler anlatmış olmalılar ki minik yavruya sığabildiği delikten içeri girerek sistemin içinde kayboldu.
Bütün bir katı dolaşan havalandırma sisteminin, diğer kısımlarına doğru yol aldığında bastığı ince teneke üzerinde yankılanan pıt pıt ayak sesleri duyulmaz olunca çıkışı bulduğunu düşündük.
Öyle umduk, öyle diledik rabbimizden.
Öte yandan çevremde yaygın bir söylenti vardı birkaç gün önceki geceye dikkat çeken.
Kamuoyunda adını sıkça duyduğumuz alim bir hocaefendi kaynağı.
Allah’a sığının,korkulandan değil de korkuların birleşmesinden endişe ederim dedim kendi kendime. Güneş ışığını alıp göçünce öteki yanına dünyanın,karanlık çökünce yeryüzüne benim de içime bir korkudur düştü.
Çocuklara yazdım okuyun diye. Okuyun ve Allah’a emanet olun.
Sabah haberlerde gördük ki bu sefer yağan yağmurlar afete dönmüş, önüne katmış şehrin caddelerinde ne bulduysa boz bulanık sel olmuş akmış bulduğu mecralardan ,can almış.
Yaşanılan büyük felaketten dolayı insanlar korku içindeler. Bu felaketi yaşayanlar kadar medya aracılığı ile şahit olanlarda da korku belirtileri çokça görülüyor.
Kitle iletişim araçları ve en etkililerinden biri olan sosyal medya çeşitli saiklerle bu korkulara endişe pompalayarak körüklüyor.
Bir yerde okumuştum ünlü korku filmleri yapımcısı Alfred Hitchcock’un seyirciye korku duygusunu hissettirmek için kullandığı kamera tekniği,objeye zoom yaparak yaklaşırken aynı zamanda geri giderek perspektifi genişletmekmiş.
Yani korkulan nesneyi bir yandan büyütüp öne çıkartırken diğer yandan arkadaki görüntüyü geri çekerek yaymak.
Benzer teknikler başka başka mecralarda zaten korku dolu olan insanlar üzerinde uygulanıyor.
Senkronize korkular, bireylerin birbirlerine benzer endişeleri veya kaygıları paylaşması sonucu ortaya çıkan bir durumdur. Bu tür korkuların etkisi, insanların bu endişeleri daha önemli ve gerçekçi olarak algılamalarına neden olabilir. Bu nedenle senkronize korkular toplumsal davranışları etkileyebilir ve panik veya histeri gibi tepkilere neden olabilir.
Tıpkı yağmur duası gibi belli bir maksatta birleşen duygular sonucu etkileyebilir.
Bu tür yaygın söylenti ve eylemlerin etkisi kişiden kişiye değişebilir. Bazı insanlar, korkuları kontrol altında tutabilirken, diğerleri bu korkuları aşırı tepkisel bir şekilde yaşayabilirler.
“Korkma, ecelin seni ölümden korur.”
Der Muhyiddin ibn Arabî (k.s). Her insan için takdir edilmiş bir süre var malum. Bu süre insan üzerine yönelmiş korku vasıtası ile kurulan tuzaklara kalkan vazifesi görür. Kimse eceli gelmeden ölmez, vakti geldi ise de biran geri kalmaz.
Bu gerçek insanı dünya genelinde yaşanan doğal afetlerin ciddi sonuçları olabileceği gerçeğin unutulmaması ve bu konuda önlem alınması konusunda diri tutmalıdır.
İnsanlar, afetlere karşı hazırlıklı olmalı, güvenli binalarda yaşamalı, acil durumlarda nasıl hareket edileceğini bilmeli ve yetkililerin uyarılarını dikkate almalıdır. Ayrıca, iklim değişikliği gibi faktörlerin doğal afetleri daha sık ve şiddetli hale getirebileceği gerçeği de göz önünde bulundurulmalı ve çevre koruma konusunda da sorumluluk alınmalıdır.
Yunus Emre’nin dediği gibi, yaradana sevgiyi baki tutup, tedbirleri doğru aldıktan sonra, ölüm endişesini bırakmak gerek.
“Ko ölmek endîşesin ‘âşık ölmez bâkîdür
Ölmek senün nen ola çün cânun İlâhîdür
Diyorlar ki günümüz alimleri ,herşey enerjiden oluşuyor. Madde bir enerji. Düşünceler bir enerji. Bu enerjiler bazen titrer bazen salınır. Yan yana salınan sarkaçlı saatlerin salınımını bozduğunuzda bir müddet sonra birbirlerini etkileyerek tekrar eşit bir şekilde salınırlar. Yan yana duran iki jeneratör de öyle.
Güçlü titreşimler ,daha güçlü titreşimlerin etkisine girebildiği gibi,bir arada senkronize olarak zayıf titreşimleri kendilerine uydururlar.
Sesler,renkler ve kokular arasında da uyum,sempati veya antipati vardır. Bir kokunun,bir sesin peşine düşenler, bazı renklerin sevdalısı olanlar onlar ile aynı titreşimde olanlardır. Aksi de geçerli tabii. Sevmediklerimiz titreşimlerimizin uyum içinde olmadıklarıdır.
İnsanlar olarak bizler sadece beş duyumuz ile iletişimde değiliz birbirimizle.
Görünmeyen enerji dalgaları içinde birbirimiz ile etkileşip haberleşebiliyoruz. Onlarca örnek verebiliriz hepimiz.
Aslında bu ses ve söz olmasa,yazı ile,bakış ile olsa da böyledir. İletişime yüklenen duygular uzaklardan bile yansır.
Bazen rüya olur görülür , bazen de Yusufunun kokusu gelir bekleyenine.
Neyin titreşimi güçlü ise yanındakinin titreşimini kendine uydurur demiştik ya.
Düşünceler de öyle. Onlar da enerjilerden ibaretler.Kötü duygu ve düşüncelere karşı iyi duygu ve düşünceleri ilk önce kendi içimizde güçlendirip ,sonra da daha güçlü bir şekilde yaymak, yansıtmak,çoğaltmak zorundayız. Sevgi bu alemdeki en büyük rezonanstır çünkü.
İyi titreşimlerin güçlü olduğu bir Evren’de kötülük yeşeremez. Kendine uygun frekans bulamaz. Mikro alemden makro aleme bu böyledir.
Rabbimize, iyilik ve güzelliğe yönelik toplu dua ve istekler muhabbet ile yapıldığında çok kuvvetli titreşimler yayarlar. Kendileri ile bir frekansta olanları bulur daha da güçlü titreşim ve salınımlar yaparlar.
Evler yeryüzü sarsıldığı için yıkılmaz,evler yıkıldığı için insanlar ölmez. Sarsıntının öyle bir gücü olsaydı sağlam ev , sağ kalan olmazdı. Oysa kırılmak şöyle dursun bir tane cam eşyanın yerinden bile oynamadığı züccaciye dükkanını da gördük,günler sonra daracık yerden sapasağlam çıkanlara da şahitlik ettik ekranlardan.
Bu durumu İmam Gazali Makasıt-ül Felasife adlı eserinde ateş hakkında anlatır.
“ateş pamuğu yakıyormuş gibi görünse de ateşte kudret yoktur. Olsaydı su ateşi söndürmezdi”
Haftaya bugün ramazana kavuşacağız. Ramazan ateşinin günahlarımızı yakıp yok etmesi,içimizdeki iyilik ve güzellikleri yeşertmesi niyazı ile.
Commentaires