İslami kültürün izlerini taşıyan sanatlarından biri tezhib. Altın ile bezemenin adı . Altın varaklar ,desenler,kağıtlar,boyalar,fırçalar kalemler vb de gereçleri.
İnsan zevkini incelten ,süzerek arındıran,ruhunu dinlendiren, bakarken dinlemeyi öğreten bir sanat. Malzemeleri bile mutlu eder.
“Şeceretü’l-huld, Şeceretü’l-Kevn, Şecere-i Tayyibe, Tuba vd. ağaçlarla, daha önce zikredilen meyvelerin ve bunlarla ilişkili nesnelerin, bunların 25 ayrı renk ile işlenmelerinin son tahlilde gelip dayanacağı ya da tabi olacağı mana, göklerde ve yerde olan her şeyin Allah’ı tesbih edişidir (Haşr 59:1). Tirmizi’de yer alan bir Hadis’e göre: “Zikrin efdali lailaheillallah, duanın efdali ise elhamdülillah” olduğundan, ilgili motiflerle, tezhiplerle, figürlerle davet edildiğimiz yer de Allah’ı tesbihten ibarettir.”
Ömer Lekesiz’in baktığı çerçeveden bakıldığında bir başka görünür tezhib.
Yaptığı her işte Rabbi görmenin,Rabbi anmanın bir yolu olur.Her bir penç,hatayi, goncagül ,her bir yaprak ayrı bir zikir dinletir. Mesela,penç subhanallah,hatayi lailaheillallah yapraklar da Elhamdülillah demekte.
Desen oluşturulup ,bir eser ortaya koyarken,dinleyene hitap eden zarif bir zikir buketi oluşturmak mümkün böyle düşününce. Yunus Emre’nin sarı Çiçek ile muhabbetine bezer.
Hepsi bir arada bir zikir meclisi.
Fikrinde rabbi,dilinde zikri olunca bezeyenin,ortaya çakan eser de izleyeni rabbine yöneltir. Baktıkça dinler,dinledikçe yaratanı anar. Böylece bir tezhib eserinin hattı bezemek dışında onun manasını zikirlerlere desteklemek gibi bir yönü daha sergilenmiş olur.
Keşke hangi çiçek ne söyler bilinebilse...
Aharlı kağıt üzerinde,çinilerde,kalem işlerinde görmeye alıştığımız tezhibi farklı zeminlerde uygulamak mümkün.
Malum taş, sert ve soğuk bir madde tabiatı gereği. Lakin sabırlı,dayanıklı ve güçlü. Bir parça taşa dikkatlice bakıldığında, lisan-ı hal ile anlattığı hikayesini okumak mümkün üzerinden.
O hikaye ilk önce ana bağrından ayrılık anlatır. Ardından zor şartların,çetin yolların derin izleri , derelerde mi sürüklenmiş,denizlerin tuzlu suları,sert dalgalarıyla mı diyar diyar gezmiş, sıcak mı kavurmuş,soğuk mu dondurmuş gösterir.
Bazen kopup ayrıldığı yerden ulaşamaz sulara. Gömülür kalır bulunduğu toprağa ham,yoz,yabanidir. Öylece keşfedilmeyi bekler. Yol alamaz. Aşama kaydedemez.
Taşların parlak renklileri dışında seveni,ilgileneni pek olmaz,soğuk,sert sıradan bulunur.
Ancak taş ,kum ve tezhib bir arada olduğunda muazzam hikayeler anlatır.
Malzeme uyumu açısından birbiri ile hiç olmayacak malzemeler,boyalar,desenler harmanlanıp , nihayetinde ufak bir çatlaktan ince bir bezemenin göz kırpması şairane görünür.
Kumun,çakılın üzerinde rabbimizin Celâl içre cemâl tecellisini izler gören.
El Celâl,El Cemâl .
“Dünya kurulalı beri,en büyük,en azametli binalar mabetlerdir. Devasa,muhteşem ,muazzam mabetler el Celal isminin mimari yansıması,içlerinin benzersiz tezyinatı el Cemal isminin yansımasıdır” diye bir yorum okumuştum bir yerde.
Bu göz ile kainata bakıldığında her yerde,her şeyde iç içe,birbirini kucaklamış halde bu iki tecelli. Bazen Celâl içre Cemâl,bazen Cemâl görünende Celâl.
Rabbimizin,yarattıkları üzerinede Celâl sıfatıyla “azamet”i tecellî eder, Cemâl sıfatıyla “rahmet”i
Başa gelen hoşlanmadığımız işlere bu çerçeveden baktığımızda kudret ve azametin içindeki şefkat ve merhameti görebilmek üzerimize düşen. Hani şefkat tokadı diye isimlendirir büyükler. Niyaz-i Mısri bu iç içeliği güzel işlemiş,güzel anlatmış mısralarında.
Tecelli eyler ol daim celâl‐ü geh cemâlinden, Birinin hâsılı cennet, birinden nâr olur peydâ.
Cemali zahir olsa tiz celali yakalar anı
Görürsün bir gül açılsa yanında har olur peyda.
(Her zaman bazen celâl cemâlinden tecelli vardır.
Birinden cennet, birinden cehennem hâsıl olur.
Cemali zâhir olsa hemen onu celâli yakalar
Görürsün bir gül açılsa yanında diken mevcuttur.)
İnsan söz konusu olduğunda ise gül yüzüne bakıp ayırt etmek mümkün değil karakterinde Celal sıfatı mi baskın Cemal sıfatı mı.
Seyri esnasında insan,hamken ya hz Ebubekir gibi Cemal’i meşreb olur Abdülcemil diye adlandırılır, ya hz Ömer gibi Celal’i meşreb olur Abdülcelil diye anılır derler.
Seyri süluku boyunca yoğrulup şekillendiği, piştiği zaman
El Celal ve el Cemal isminin tecellileri birlikte dengeli bir halde ,yerine göre tezahür eder.
O insanda Kemal sıfatı tecelli eder. Kemal ile sıfatlanıp Kamil olur. İnsan-ı Kamil diye adlandırılır , matlub olan da nihai nokta budur.
Kamil müslüman olunca ona gelen Celal de olsa hoştur,Cemal de olsa hoştur. Rabbinden geldiğini bilir, razı ve teslim olarak Eşrefoğlu Rûmi gibi,
Gelse celâlinden cefâ yâhud cemâlinden vefâ
İkisi de câna safâ, senden hem o hoş hem bu hoş
der yola devam ederler.
Cemâl sıfatı neşelenme, celâl sıfatı fâni olma, kemâl sıfatı sevme sonucunu verir. Esere bakar müessiri görür. Her yaratılmışı sever,yaratandan ötürü.
Tezhib anlatan satırlar, Celâl ve Cemâl tecellileri ile gelişti. Kemal noktasında son buldu. İnsan-ı kâmilin aleme bakışı üzre son sözü Niyaz-i Mısri mısraları söylesin.
Ne sırdır kim iki kimse nazar eyler bu ekvana, Biri ancak görür dârı, bire deyyar olur peydâ.
(Bu bir sırdır; iki kimse bu âleme nazar eyler)
(Biri ancak yurdu, diğeri ise sahibini görür)
1-Müslim¸ "Îmân"¸39; Ahmed b.Hanbel¸ Müsned¸ IV¸ 133.
Comments