Bilirsiniz sosyal mecrada ilginizi çeken bir görüntüyü tıkladığınız takdirde,ilerleyen zamanlarda bütün akışınız o görüntüler ile doluyor. Bir zamandır benim akışım bu terk edilmiş evler ile dolu. Çok hikayeler anlatıyorlar bana.
“Dostlarım ev eşyamdı, bir bir gitti diyorum. Artık boş odalarda ölümü bekliyorum...”
Diyor üstat Necip Fazıl Kısakürek.
Dostlarım derken ne de doğru ifade ediyor. Evi,eşyaları dost bilirken insan, ev diyerek sığındığı,bir çatı,dört duvar da nefes alır adeta sahibiyle birlikte. Onunla can bulur, hayat yaşar. Yuva olur.
Birlikte yaşam kurduğu sakinleri,bırakıp giderlerse aniden,bir daha dönmezlerse,arkalarından terk edildiği anda donar kalır. Zaman durur. Nefes alamaz olur.
Yaşam kaynağını kaybetmiştir.
Hava dolaşır odalarında .Toz kaplar herşeyi ,örümcek ağları mesken tutar. Ufalanıp dağılan her bir toz zerresi geçen zamanı anlatır.
Yine dolaşır odalarının içinde solunan hava. Yazın serin,kışın buz gibidir.Üşür,üşütür.
Duvarlarında çınlayan sesleri arar, özlem bürür içini.
Bir çeşit koma halidir bu.
Hali konuşsa da görene,o sessizdir.
Ne zaman ki kapısı açılır,ayak sesleri çınlatır duvarlarını, Necati Cumalı’nın “Eve dönerken” şiirinde olduğu gibi, Ev yeşerir,insan yeşerir.
Dolandım dolaştım boşandı yağmur Saçım ıslak kunduram çamur Eve döndüm yağmur getirdim Ev yeşerdi ben yeşerdim.
Giden veya gidenin ardında kalanlar değişip dönüşüp geri geldiğinde öylece bekler bulurlar onu.
Tozlar içinde, örümcek ağları bürümüş,yerlerde haşerat ölüleri.
Bırakıldığı zamanın izlerini,hikayelerini okurlar kıyıdan köşeden. Açılan her dolaptan,çekilen her çekmeceden,koltuğun yanına bırakılmış kitaplardan.
Eksikleri vardır eski sakinlerden ,bu yüzden geri gelemiyecek hikayelerdir bunlar.
Pencereleri açılmış,tozları alınmış, içinde taze nefesler dolaşan o evin yeniden hayata döndüğünde söyledikleri o seslere anlam verenler için ölçülemez derecede kıymetlidir.
Sahibi bir tarafa savrulmuş,bekleyen her mekan bunları düşündürür bakana.
Fanilik anlatır,firâk hatırlatır…
Bir zamandır şahitlik ediyoruz kameralar aracılığı ile ayrılıklara.
Dilsiz,sözsüz bırakan, kelimelerin taşıyamadığı ebedi firâklar.
Candan,canandan,canpareden,dosttan.
Hal böyle iken, dile gelmişken gönülde sessiz,sözsüz haneler,büyük yıkımın ardından kepçenin ucundan dökülerek bir tepe oluşturan moloz yığını lisan-ı hal ile bambaşka ayrılık hikayeleri anlatıyor.
Diyor ki,
Bazen de evler pare pare savrulur. Ötelere karışır içindeki yaşamlar. Kalan olduysa sakinlerinden dağılır gidenlerle birlikte tarumar olur.
O’nu bekleyen bir mekanın ve içinde onunla anlam kazanan eşyalarının olması, yokluğu izlediğinde daha bir anlam kazanır olur,bir kavuşma umudu taşır.
O pare pare olmuş hanelerin üst üste yığıldığı enkazlar içinde sahibini kaybetmiş,toza toprağa bulanmış nesneler var.Işıklar saçarken birlikte , sahibini yitirdiğinde anlamı da yok olmuş yığınlar.
Ne severdi o bardağını,halısını,kıyafetini,takısını,… ! üç noktanın yerine ne konulursa çoğu ışığını yitirmiş şimdi. Birlikte zaman geçirdiği , kendisine zimmetlendiği kişiden ebediyyen ayrıldı zira.
Sağlam kaldıysa bile hikayesi sona erdi.
İsim verirken efendimiz kullandıklarına,onlara birer şahsiyette lütfeder.
Bu açıdan bakıldığında o kepçenin ucundan dökülenler bambaşka anlamlar kazanır. Orada canlarını kaybetmiş insanların kayıplarını arttırır. “Mal “olarak ifade edilenlerden çok daha doludur içeriği. Üstadın tabiri ile “dost”tur.
Derler ki helal ise onun için harcanan para,sahibi de göç etmemişse ötelere,buluşulur bir yerlerde.
Kimbilir…
Bir varmış,bir yokmuş şimdilerde pek çok hane. Yazılmış ve bitmiş hikayeler sarkıyor kepçelerin ucundan.
Can ile canın,can ile nesnenin,can ile mekanın hikayeleri.
Tıpkı Ma’rib bahçeleri gibi. Büyük felaketlerle yok olmuş hikayelerini okuduğumuz bütün “ beldetün tayyibetün” diye anılan güzel şehirler gibi…
Commentaires