Gece yağmur yağmış olmalı. Terasın tahtaları ıslak yer yer. Yağan yağmurun izi tahta zemin üzerinde . Benzer şekilde insanın da yaşadıklarının izleri okunur ruhunda, bedeninde . Görebilen baktı mı anlar. Yağmur mu yağmış,rüzgar mı kurutmuş,güneş mi yakmış.
İki gündür bir sevdiğimden gelen çok üzüldüğüm haberi hazmetme çabası içindeyim
Bu üzücü haberin daha da acılaşmaması için duadayım,dua beklerim.
Kıyamet alameti der efendimiz ani ve çok sayıda ölüme. Maden kazasından bu yana yazmak istiyorum bir iki kelime.
Ölüm konuşmak hoşumuza gitmediği gibi yazmak da gitmiyor. Tutuluyor kelimeler. Sanki anılırsa geliverecek gibi. Oysa yazılmış olan o an gelmeden gelmez.
Öyle çok ki şimdilerde aniden hayatlardan kopup gidenler,acı içinde donup kalıyor veda edenler . Erken diyor, çocukları var, anası babası ,eşi var diyor. Emelleri,arzuları,ümitleri vardı diye sıralıyor birbiri ardınca içi yana yana.
Her ölüm erkendir,herbirimiz ölecek yaşta olsak da.
Öyle zor ki ani gelen ölüm, bir anda yüzleşince ölüm ile, gıpta ederek anıyor insan , tüm hazırlıklarını yapmış, etrafına çoluk çocuğunu toplayarak veda edip gidenleri. Geçmişten okuduğumuz, günümüzde duymuşluğumuz var. Öyle bir vedalaşma ki bu, etrafında bulunanlar asıl mekana önceden gidenlere selam yolluyorlar onun ile. Tıpkı bir yolcu selametler gibi uğurluyorlar.
Ölüm öyle anlaşılır öyle tabii bir olgu ki onlar için tıpkı doğum gibi olağan.
Zhuangzi, doğuya özgü felsefelerden biri olan dao inancına bağlı bir filozof. Zhuangzi metinleri olarak bilinen eserinden bir paragrafı buraya almak istedim yazmak istediğim konu ile alakalı olarak.
“Gök ve yer arasında insanın hayatı duvardaki bir çatlaktan sızan güneş ışığı kadar kısadır. Her şey büyür, değişir ve ölür. Değişim sürecinde bir şey doğar ve bir şey ölür. Canlılar ölümden dolayı üzülür ve insanlar ölüm karşısında yas tutar. Oysa ölüm, doğanın dayattığı esaretten kaçmaktan başka bir şey değildir. Bir telaş içinde ruh hafifçe kaybolur ve beden arkasından gelir. Bu köküne dönmektir!”
Ölüm dolaşıp duruyor çevremizde ve sevdiklerimizden birine uğramadığı sürece de uzun sürmüyor içimizde yankılanması.
“…bir bitmeyecek şevk verirken beste
bir tel kopar ahenk ebediyyen kesilir…”
Dediği gibi Yahya Kemal Beyatlı’nın hiç bitmeyecekmiş gibi devam ederken akışın aniden ve ebediyyen bozularak yok olması ne demek iliklerine kadar hissediyor insan ölüm kendini hatırlattığında.
Ne çok çırpınıyor,ne çok şey biriktiriyor insan bu çatlaktan sızan güneş ışığı kadar kısa hayat için.
Doğduğu andan itibaren başlayan dönüş yolculuğunda geçip gittiği yerlerdeki her şeyi sahipleniyor hırsla. Biriktirebildiğini de sahiplenerek etiketliyor benim diye, istifliyor.
Benim evim ,benim eşyam, benim dostlarım, benim ,benim…
Oysa ki benim dedikleri arasında ilk başta “ben”dediği bile ona ait değil.
O sadece bir emanetçi.
İsveçlilere atfedilen bir adet var duymuşsunuzdur. Ölüm temizliği diyorlar adına. Bir çeşit ayıklanıp arınma eşyadan yana .
Ama bu ölüme zaman biçen, hüccetten ve erkenden ayrılanların hesaba katılmadığı bir toplanma.
Gidenin,ardında kalanlara kolaylık olsun diye yaptığı bir hazırlık. Zira gençler endişe duyarlarmış büyükleri gittiğinde onlardan kalanları ne yapacakları konusunda. Gidenin arkasından toplanmak yorucu olurmuş.
Bir kitap yazmış Margareta Magnusson “İsveç ölüm temizlemenin nazik sanatı” diye.
Önerilen yaş 65. Bu yaşa erişenler kıyafetlerden başlayarak yavaş yavaş evlerindeki eşyaları elden geçirip çocuklarına,dostlarına ,sevdiklerine dağıtıyorlar.
En son kitap ve fotoğraflar kalıyor. Onları da ayrıp yerlerine ulaştırdıktan sonra ölümlerinden sonra yakınlarının onları kabirlerine yerleştirmek için ihtiyacı olacak ne varsa para,belge vb bir kutuya koyup üzerini yazıyor ve beklemeye bırakıyorlar.
Konunun geldiği noktada benzer adeti uygulayan yakın zamanda ahirete irtihal eden dostları rahmetle yad edeyim bu vesile. Mekanları cennet olsun. Bizim dostlarımızın İsveç’in bu adetinden haberleri varmıydı bilmiyorum ama Rezzan ve Naime teyzelerin hazırlıklarından hissedar olmuşluğumuz var.
Kadim dost Rezzan teyze ,benden sonra ne olur halleri diye kitapları için endişeliydi . Vefatından senelerce önce koli koli bize getirdi kitaplarını. Kütüphanemin içinde hatırı sayılır bir yekünü var onun kitaplarının.
Naime teyze de sevdiği diğer eşyalarını sevdiği kişilere verdiği gibi ,bize de sağlığında kırmızı kadife Türk işi işlemeli yatak örtüsü takımını bizzat getirdi hatıra olsun diye .
Ebedi ayrılık söz konusu olduğu için geride bıraktıklarına yük olmama,etrafı derleyip toplama nazik bir düşünce. Ama ziyadesi ile yüzeysel. İnsanlar ile alakalı hazırlıklar ne alemde. Yaşarken titiz ve özenli olma, bozuk ilişkileri düzeltme,helalleşme.?
Ya gideceği yer ile ilgili hazırlıklar.?
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarken her an ölecekmiş gibi yaşayanlar için sıkıntı yok.
Çok uzun oldu bundan ötesini bir başka zamana bırakalım.
Vesselam.
Comments