top of page
  • Yazarın fotoğrafıhüma

Ashab-ı Hicr,den günümüze...

Bundan asırlarca önceydi. Ashab-ı hicr olarak anılır, Semud kavmi diye bilinirlerdi.

Onlar kayalara evler oyar,ovalara saraylar inşaa ederlerdi. Güçlü ve yaşadıkları çağa göre öndeydiler. Ad kavmini ve onun helak edilişini bilirlerdi bilmesine, ama bu bilgi onların kibir ve isyanlarına engel olmazdı. Sağlam derlerdi bizim binalarımız,öyle rüzgarlarla darmadağın olmaz.

Kibir,gurur,zulüm artıp yürekleri kapkara kararttığında,içlerinden bir uyarıcı geldi unuttukları,isyan ettikleri Rablerinden.

Geleceğe dair kendisine ümit bağlanan,sevilip sayılan,güvenilir, hastaları ziyaret eden, zayıfları ve yoksulları gözeten, hayır işleriyle uğraşandı “Semud” kavmine gelen Salih elçi.


Onlar hatırlatan,ikaz eden peygamberlerine inanmadılar. Yalan söylediler,tuzaklar kurdular,alay ettiler. Mucize diye tutturdular.

Rabbimiz ,kayanın bağrından doğan bir mucize verdi onlara. Naka koydular adını. Yavruladı Naka. Bir gün onlar onun sütünü sağdılar ,diğer gün deve ve yavrusu onların suyunu içti.


Fitne fesat durmadı,durulmadı. Devenin içtiği suya göz diktiler. Rablerinden gelen ikazlara aldırmadılar. Suyumuzu tüketiyor diyerek Naka ve yavrusunu zalimce katlettiler. Aslında zulm ettikleri kendileriydi de,onlar bi-haberdiler.

Yetmedi, vaad edilen azab ile alay ederek erken gelmesini istediler.

Vakt geldiğinde üç gün mühlet verildi onlara. O üç günün birinde sarardılar,ikincisinde kızardı renkleri,üçüncü günde karardılar. Nihayetinde korku içinde bekleşirlerken Ashab-ı Hicr diye anılan Semud kavmi,onları helak etmeye bir sayha yetti. Dağınık çer-çöp gibi oluverdiler yeryüzünde.


Öyle bir helak oluşla yok oldular ki o günlerden asırlar sonra,

Resûl-i Ekrem, Tebük Gazvesi sırasında askerleriyle birlikte Semûd kalıntılarının bulunduğu Hicr’e geldiğinde, Semûd halkının içtiği kuyulardan su alarak yoğrulan hamur ve pişirilen ekmek ve yemeği onlara yedirmedi. Pişirilen yemeği dökmelerini ve ekmekleri develere yedirmelerini emretti.


Daha sonra onları konakladıkları yerden kaldırarak Sâlih As devesinin su içtiği kuyunun başına götürdü ve bu davranışının sebebini açıklarken de, “Onların yaşadığı felâketin sizin başınıza gelmesinden korktum” dedi. (Müsned, II, 117).


Takvimler 2020 yi gösteriyorken, dünyanın uzak köşesinde bir ülke alev alev. Gökyüzünün rengini unutmuşlar. Duman bürümüş her yeri.

Yeryüzünün cennet köşesi olarak adlandırılan bu ülke bir zamandır yangınlar ardından gelen seller ile boğuşmakta. Yağmur az,suları kıt.

Yemyeşil çimenlerini kurutmaktan,hemen her evde bulunan havuzlarını dolduramamaktan korkmaktalar.

Aslında yeraltı su rezervleri mevcut. Ancak, su yasaları gereği yeraltı sularını kullanmaları yasak. Yeraltı sularını kanunları ile teminat altına alıp, gelecek nesillere miras bırakmışlar.


Gökyüzünü kaplayan duman, idarecilerinin yüreklerini de bürümüş olmalı ki, tedbir diye aldıkları kararlar ile atlara ve develere kıyarak çok vicdan kanattılar yeryüzünde.

Dünyanın en müreffeh, yaşaması en kolay beş ülkesinden biri olan , çok kültürlü olmakla övünen Australia’da,asırlar önce yaşananın farklı bir versiyonu yaşandı.

Suyumuzu içiyor diyerek,içlerinden farklı çözümler önerenlere kulak tıkayarak, toplam on bin deveyi katletti bu modern,insan ve hayvan haklarına saygılı, çevreci ülkenin idarecileri.


Burada bir parantez açıp kısaca deve nasıl bir hayvandır ve Avustralya develerinin serüveni nasıldır bir göz atmak iyi olur.

Herbirimizin ayrı ayrı sevdiği hayvan dostlarımız var birlikte yaşadıklarımızdan. Ellerinden,sütlerinden,derilerinden,sahip oldukları güçlerden faydalarız. Dost olur,yarenlik ederiz. Yılan ve akrep sevenleri, evlerinde besleyenleri bile biliriz.

Deve de etinden,sütünden,yetenek ve gücünden faydalanılan yaratılmışlardan biridir. Kıymetlidirler. Sapsarı kum çöllerini denize benzetenler, onlara da “sefînetü’s-sahrâ” (çöl gemisi) derler. Gerçekten de bir gemide seyahat eder gibi yolculuk yapar üzerindeki tahtırevanda gidenler. Kadim zamanlarda kervan yolcuları,deve sırtında yolculukları sırasında taş kullanmadan zihinlerinden satranç bile oynarlar.

15 litre su ile haftalarca yaşayabilirler. 800 km. yol kat edebilirler.  

Kuvvetli,dayanıklı ve sabırlıdırlar. Uysal ve hassastırlar. Duygularını belli eder,müzikten hoşlanırlar. Beğendikleri müziğin ritmi ile adeta raks eder gibi ahenk ile yürümeleri şiirlere konu olmuştur.


Sıcak çöllere uyumlu oldukları kadar aşırı soğuklarda da yaşayabilirler. Türk Devesi olarak bilinen iki hörgüçlü (Camelus Bactrianus) develeri -52 derece soğuklara kadar dayanıklı bir yünlü yapıya sahiptirler. 

Özellikle Kızıl tüylü olanı çok makbuldür erbabı arasında. Dede Korkut’un,

“Şahbaz atlar içtiği su, kızıl develer gelip geçtiği su”

Mısraları Türklere göre Kızıl tüylü devenin geçtiği yerlere asalet kazandırdığını anlatır.

Kuvvetli bir hâfızası olan develer, şiddetli kum fırtınalarında kum tepelerinin yer değiştirmesine rağmen çöllerde yolunu şaşırmaz ve gidilen yere sırtındaki emanetlerini zayi etmeden  ulaştırırlar.


Afrika’dan,Asya’ya hemen yeryüzünün tamamında görülebilen develer, 1840 ve 1907 yılları arasında( yaklaşık 20.000 deve )Afganistan, Filistin ve Hindistan'dan Avustralya'ya ithal edildi. Ve medeniyetin yıllarca giremediği Orta Avustralya'nın gelişmesinde önemli bir rol oynadı.  Öncelikle orta ve Batı Avustralya'nın ulaşımını sağlamak ve kurak bölgelerini açmak için kullanıldı.  Keza inşaat ve uzak madenlere ve yerleşimlere mal taşımak,telgraf ve telefon hatları oluşturulmasında,demiryolu yapımında kullanıldılar.  20. yüzyılın başlarında deve kervanları neredeyse tüm Avustralya iç ulaşımını onları yöneten Afganlılar vasıtasıyla sağlıyordu. 


Kısa tarihlerine bir göz atıldığında kendilerinden bu kadar faydalandıkları develere yönelttikleri bu katliamların bir ilk olmadığı bu modern,hoşgörülü ülkenin insanların hayvanlara zulm etmeyi alışkanlık haline getirdikleri görünüyor.


Avustralyalılar 1932 tarihinde, yani dünyayı kasıp kavuran büyük kıtlıktan birkaç sene  sonra tarlalarına dadanan emulara da makineli tüfeklerle ateş açmışlar ve 20.000 emudan (devekuşuna benzer bir kuş) ancak 50’sini öldürebilmişler.Zira Emular güneydeki sulu bölgelere doğru kaçmışlar.  Bu olaya tarihe “The Gerat Emu War”olarak geçmiş . Daha sonra 1950’lerde araya çit çekilerek bölge emulardan kurtarılmış.  Filmlere de konu olmuş olan çitin uzunluğu 5600 km.


South Yarra National Parkında, göze güzel görünmüyor diyerek yarasaların da yuvalarını dağıtmışlar.

2009 tarihine kadar  160.000’den fazla deveyi katletmişler.  (https://www.youtube.com/watch?v=V61_07V1jC4 )   

2011 yılında, sadece Avustralya'nın Victoria Eyaleti'nde yarım milyon tilki itlaf edilmiş.

2015 yılında Avustralya hükümeti, 2020 yılına kadar 2 milyon kedinin itlafı ile ilgili bir süreç başlattığını ilan etmiş.

2017 yılında Kakadu Doğal Parkı'nda 24 günlük bir süreçte 6 bin yabani at, buffalo ve eşek helikopterlerden açılan ateşle öldürülmüş.

2019 yılında ise 4 bin 35 kanguru, nüfus planlaması adına öldürülmüş.


Vefa çok kıymetli bir duygu.Kısaca dostlara verilen değer ve dostlukta sebat etmek olarak ifade edilebilir vefa. İnsana has olarak bilinir ama hayvanlarda da vefa örnekleri sıkça görülür.

Anlaşılıyor ki, vefası olmayan,gücü yettiğine zülm eden Avustralya idarecilerinin sevgi ve saygıları bencilce, şefkatleri göstermelik, hoşgörülü ülkeleri dehşetengiz.


Son söz Mevlana’nın mısraları olsun.



” DostIarını daima vefa iIe hatırIa can!

Arayan sen oI, buIan sen;

tanıyan sen oI, kucakIayan sen.

KuIa vefası oImayanın Hakka vefası oImaz.”


54 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Commentaires


bottom of page