Küçük bir kitapçık. İçeriği dopdolu. Ufuk açıcı.
Her an değişen dünyada değişmeyen, sabit, yıllara meydan okuyan evler yapmanın anlamsızlığını anlatıyor.
Ahşap,depreme dayanıklı,yenilebilen evleri terkedip betonarmeye sıkışmışlığı yeriyor.
Ahşap binaların yerine çelik iskeletli,yenilenebilir binalar öneriyor.
Afyonkarahisar örneğini veriyor. “Afyonkarahisar’da 1917’de 700 ev yanmış. Bütün gençler askerde. Bu 700 evi, o tarihte 15–20 bin nüfuslu bir kasaba, ihtiyarlar, kadınlar, çocuklar bir araya gelmişler, 6–7 ayda yeniden inşa etmişler. Bu binalar yerlerinde duruyor. Her biri bir mimarlık şaheseri, sanat şaheseridir.”
Tahtakale her şehirde bulunurmuş. Tahtakale diye isimlendirilen yerde binaların standart tahta parçaları bulunurmuş.
Eskiyen veya bir sebep ile yakılan,yanan binalar sökülür çürüyen parçaları yenilenerek yeniden yapılırmış. Binanın üzerinden kazınan sıva da tekrar harç olarak karılır ve bina sıvanırmış.
Sık sık fisüsü hikeme atıfta bulunuyor. Şu paragrafı çarpıcı geldi bana.
“Dolayısıyla biçimlerin bir söylemi vardır. Bu söylem, bizim birbirimize hitap ederkenki var olması gereken söyleme benzer olmalıdır. Ona aykırı olmamalıdır. Sulhun, vakarın, söylemi olmalıdır. Tasavvufun tanımladığı ve önem sırasına göre dizdiği tavırların yansıması olan biçimlerle olmalıdır bu mimari. Yani, mi- mari yahut konut mimarisi standartları, tek başına mimarların işi değildir. Din adamlarının ve özellikle mutasavvıfların içerisinde yer aldıkları bir çabanın sonucu olmalıdır.”
Turgut Cansever’in
-Ahiretin sorumluluğunu taşımak ve dünyayı güzelleştirmek üzerine- isimli kitabından söz ediyorum. Aslında vefatından üç yıl önce verdiği ve bugüne kadar yayınlanmamış bir konferansı vefatından basılmış. Mesleği ne olursa olsun okuyana çok şey katan bir risale olmuş. Cumanızı bu kitaptan bahsederek tebrik ederken, bu güzel metinden bir paragraf ile bitirelim.
“Yarın eviniz olacak, çocuğunuz olacak. Peki, onun oynayacağı bahçe neresi olacak? Nerede okula gidecek? Belki sizin babanız da benim gibi, Bursa nın merkezinden Hisar a, aşağı yukarı 1.5 kilometre, 2 kilometrelik yol yürüdü. Ben 8 yaşında bir çocuğum; 2 kardeşim var, birisi 7, diğeri 6 yaşında ve biz, şehrin merkezinden, şehrin merkezini seyrederek, ağaçların içinden, alışveriş yerlerinden yürüyerek gittik okula. Bursa nın tadını çıkartarak... Öğleyin teneffüs vardı. Teneffüste çocukları okulun önündeki meydana, Orhangazi ile Osmangazi türbelerinin önündeki küçük meydana oynamak üzere bırakırlar. Sınır da yok. Bütün kalede koşmaca, yahut hırsız polis oynanırdı. Birileri saklanır, öbürleri onları kovalar. Ben böyle köşeye saklanıp komşu duvarın üzerinden sarkan çiçeklerle yerdeki evlerin güzelliğini seyredip o manzaradan çok hoşlandığımı, saklanma yeri olarak öyle bir yeri birçok defa kullandığımı hatırlıyorum. Bir çocuk, şehirde böyle yaşar. Neden çocuğa bu imkânı vermeyelim, neden çocuk otomobillerin arasında ezilme tehlikesiyle yaşasın?
コメント