Dün biraz sakindi etraf. Deniz kıyısında ,köpüren dalgaları izledim sessizce. Nadir bulduğum,benim için çok kıymetli dakikalardı.
Deryadan,dağlara,akarsulardan, havuzlara ,dolaştı durdu düşüncelerim.
Bu diyarlar benim baba memleketim. Bu sebeple bu kıyılardayım.
İnsanların yoğun çalışma temposu içinde bulabildikleri birkaç günlük değerli molalarını bu kıyılarda almalarının, sahillerde,yerleşim yerlerinde nefes alacak yer bırakmayacak kadar buralara rağbet etmelerinin pek çok sebebi var mutlaka. Bunlardan bir tanesi de suya yakın olmak.
Su hayatının her kademesinde var. İçimiz dışımız su ve hep suya muhtaç. Suyu bu kademelerin birinden çekip almak hayati risk içerir. Ve suyun bu kademelerin her birinde kıymeti en üst değerdedir.
Suyu içmek kadar,kullanmak,kullanmak kadar da seyretmek,varlığını hissetmek,sesini,akıp çağlarken çağlayan suyun kokusunu duymak da şifa ruha bedene.
Yaz gelip de güneş iyice etkisini göstermeye başladığında ,buldukları ilk fırsatta kendilerini tuzlu da olsa bir suyun,denizin kenarlarına atar insanlar. Güneşte yanıp,ardından denizde serinlemek amaçları. Tümüyle yanmış bronz ten güneş altında çalışmakta oluşan esmerlikten farklı olarak bir sosyal statü göstergesi. Sağlık ve estetik kaygılar ardından geliyor. Sahiller şezlonglara dizi dizi sıralanmış bir o yana bir bu yana döne döne kızarıp,kararan insanlarla dolu.
Ardından da kulaç mesafesi kadar boş yer bulunmayan denizde serinlemek mümkün. Kıyı boyu,bala üşüşmüş karıncalar gibiler bakıldığında.
Bir yerde okumuştum. “Bir bakışta anlaşılıyor ki kıyılar umumiyetle paranın ve haşmetin, yamaçlar ise ekseriya orta halin ve tevazuundur.” Diyordu yazar.
Şimdilerde, sahillerin tadı kaçtı. Bahsedilen o haşmetli ,maddi güç sahipleri yamaçlarda yer alıyorlar artık. Orta hal ve tevazuu kendine yer bulamıyor.
Kadim zamanlarda ise aşağılara inmek yerine yukarılara çıkarmış atalar. Denizler serinlemek amaçlı bu kadar rağbet görmezmiş.
Her şehrin yaylaları olurmuş. Buz gibi soğuk suların aktığı ,zümrüt yeşili ağaçlar ile bezeli serin yaylalar.
Yaylaların çoğunda aralarından günün ilk ışıklarının içine doğduğu,gecenin serinliğini isli ocakta çıtır,çıtır yanan odunların ısıttığı geçme tahtalı evlerinin yerinde, yeşil ağaçların arasında çiğ çiğ sırıtan ikişer üçer katlı gri beton yığınları var artık.
Yakın zamana kadar şehirlerin içinde ve çevresinde buz gibi suları ile büyük küçük akarsular vardı. Etrafları yemyeşil,canlı. Hafta sonları cıvıl cıvıl olurdu aktığı güzergah boyunca etrafı. Kan taşıyan damarlar gibi can taşıyanlardı herbiri.
Evliya Çelebi Bursa’da Uludağ’dan kol kol inerek yirmi üç bin ev dolaşan akarsulardan söz eder. Benim de Hisar içindeki dede evinde görmüşlüğüm vardır nazlı nazlı akan bu suyu. Uzunca anlatmak isterim bir başka yazıda inş.
Şehirlerin damarları kurumuş gibi şimdilerde. Kayıp o şırıl şırıl akan dereler. Kaybolmuşlar şehirlerin sokakların arasında. Üzerleri örtülü. Yerin altından akmaya devam ediyorlar.
Çocukluğumun bir diğer şehrinde Ankara’da ,Çayyolu semtinde oturan biri her gün Cebeci ya da Dikimevi’ndeki işyerine gidip gelirken sadece tek yönde, her gün, en az 15 üzeri kapatılmış derenin üstünde geçip gider olmuş günümüzde.
Oysa ki hidroloji diye isim almış su biliminin insanları diyorlar ki,
“İşgal edilmeyen su taşmaz. Akarsulara müdahale olmadığı sürece, suların mülkünü işgal etmediğiniz sürece taşkın olur ama su baskını olmaz! “
Onlar,üzerleri örtülü ,derinden derine akıp giderken üzerlerine basıp geçen şehrin insanı huzur veren sesinden,görüntüsünden yeşilliğinden mahrum.
Binalar arasında yaptıkları ,bazıları olabildiğince süslü,fıskiyeli olsa da estetikten yoksun havuzlara hapsettikleri sular ile avunuyor.
Hapsolmak bulunduğu yerden,halden çıkamamaktır. Hapsolunan her ne ise mahpus olur onun adı.
Fıskiyeler ,insanın hapsettiği ,mahpus suyu özgürleştirme çabası bana göre ,tıpkı mahkumların avluya,havalandırmaya çıkmasına benzer bir hal.
Oysa su akmak ister. Özgürce çarpa çağlaya , kıvrıla büküle akmak ,denizlere kavuşmak ister ...
Hızlı veya yavaşça aksın ,akmak yakışır ona. Akarsu pislik tutmaz .
Durmak,birikmek bozar. Rengi,kokusu bozulur. Durgun su ya öldürür ya süründürür derler eskiler.
Su ,bir donup çözüldüğünde,bir de kayalara çarpa çarpa aktığında canlanır. Halden hale girdiğinde, hareket halinde olduğunda zirvede olur faydası.
Çünkü İnsanı ve mekanları asidik halden kurtarıp alkali yapan negatif iyonlar suyun en çok o hallerine bulunur.
Son satırlar Necip Fazıl’ın su şiirinden.
Bu dünya insanlığa manevi hamam olsa;
her rengiyle insanlık tek renkte tamam olsa…
Su duadır, yakarış, ayna, berraklık, saffet;
onu madeni gökte altınlar gibi sarfet!
Comments